Bu Blogda Ara

17 Nis 2024

YILLAR ÖNCESİNDEN ÖRNEK BİR EĞİTİM MODELİ: KÖY ENSTİTÜLERİ

 


" Bir varmış bir yokmuş " diye başlar çoğu masal. Oysa  kuşaktan kuşağa anlatılan gerçek bir Eğitim Öyküsü keşke hep var olsaydı. Geçmişten günümüze gelişerek ama aslına, ilkelerine sadık kalınarak bugünlere ulaşabilseydi.

Dünyanın neresinde olursa olsun; bir kişi ya da bir kurum zaman aşımına uğramadan yıllar sonra da övgüyle, saygıyla anılıyor, değerini koruyarak  benimseniyorsa bir efsane veya saygınlık abidesi olarak söz edilebilir. 

Bugün 17 Nisan. Köy Enstitülerinin 84. Kuruluş Yıldönümü. Tüm dünyada bir savaş sonrası zor koşullarda başlatılıp aydınlanma yolunda çok büyük bir eğitim seferberliğini gerçekleştiren başka bir örnek yok. Ancak daha sonraları  o modeli örnek alarak eğitimde çok üst düzeyde başarılara imza atan ülkeler var. Biz yok ederken onlar yeniden var etmişler.

Her insanın yaşamında olduğu gibi toplumların da pişmanlıkları, keşke'leri , mutluluk ve mutsuzluk dönemleri, acı deneyimleri olacaktır elbette. Güvenilir kayıtlar, sağduyu ve mantıkla değerlendirilmiş günler yıllar, dönemler yıllar sonra bile tarafsız değerlendirmelerle aydınlanacak,  gerçek yerini bulacaktır herhalde...

Eğitime gönül vermiş bir eğitimci olarak Köy Enstitüleri ile ilgili çok kitap okudum, konferanslara katıldım, anılar dinledim, yazılar yazdım.   Sonuçta her zaman iç sesimin özlemle seslenişini duydum adeta. "Keşke o yıllarda öğretmen ya da öğrenci olarak ülke kalkınmasında görev alabilseydim." Ama doğum yılım ve doğum yerim bu isteğin gerçekleşmesine izin vermedi. 

Eşim Ahmet Abalı Mersin Arslanköy doğumlu. Köy Enstitüleri hakkında bizim için en güvenilir canlı kaynak oldu. O ve arkadaşları 17 Nisan'ı bir bayram gibi düşünürler. Ancak buruk bir bayram. Keşke daha farklı izlerle daha coşkulu kutlanabilse, daha fazla katılım sağlanabilseydi. Bugün de o yıllardan arkadaşları ile konuştu, özlem giderdi, duygulandı. 

Eşimin eğitim öyküsü ilginçtir: 1950 yılında Arslanköy İlkokulu'nu bitirir. Babasının çocuklarına paylaştırdığı küçük bir tarlayı elma bahçesi oluşturmak için hazırlar. Öte yandan küçük baş hayvanları otlatır. Sınıf arkadaşları okumak için köyden kente gidince o da sınavlara girmeye karar verir. 2 yıl aradan sonra Aksu Köy Enstitüsü'nü kazanır. Köy Enstitüleri 5 yıldır. 1954 de okul Aksu İlköğretmen Okulu adını alır, eğitim-öğretim 6 yıla çıkarılır. Mezuniyetten iki ay sonra Diyarbakır Silvan İlçesi'ne atanır. Daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü'nü bitirip İlköğretim Müfettişi olarak atanacaktır. Mezuniyetten bir gün sonra atama yapılıp o ay maaşlarını alırlar. 

Yoksul  köy çocukları için Köy Enstitüleri bir başka dünyadır. Hatta köyden dünyaya açılmış bir penceredir. Çok değerli eğitmenler -öğretmenlerle birlikte hayata hazırlanırlar. Üretime dönük eğitim esastır. Sabahları derse girmeden öce 500 kişinin katıldığı sabah sporu vardır. Yöresel oyunlar oynanır, halaylar çekilir. Kültür dersleri ve uygulamalı iş dersleri vardır. Gerektiğinde yapı yaparlar, bataklık kuruturlar, sebze meyve yetiştirirler, arıcılık, hayvan bakımı, dikiş, el sanatları gibi türlü alanlarda eğitilir, yetişirler. 

Dünya klasiklerinden çevrilmiş kitaplar okurlar, mutlaka bir enstrüman çalmayı öğrenirler, spor müsabakalarına birçok branşta katılırlar. Ezberciliği değil, üretmeyi, kendi kendilerine yetmeyi öğrenirler. Öğrencilerden seçilen okul başkanları, öğrenci temsilcileri vardır. Hak aramayı, uygun biçimde eleştirmeyi bilirler. Köylüyü bilinçlendirmek, kalkındırmak amaçlarındandır. Sınıflar arasında abla- abi  saygı ve koruyuculuğu esastır. 

Ülkemizde 1940 yılından itibaren kuzeyden güneye, batıdan doğuya 21 Köy Enstitüsü açılmıştır. Tüm öğrenciler köy kökenli yoksul çocuklardır. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ise 1942 yılında, enstitülerde başarılı öğrencilerden adil bir seçimle seçilen öğrencileri Köy Enstitülerine öğretmen olarak yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Yüksek Köy Enstitülerinde 8 bölüm bulunurdu: Tarım, ziraat, madencilik, güzel sanatlar,  müzik, resim, heykel, zootekni, kümes hayvanları, el sanatları. 

Eşimin ilkokul ve sonrasında gittiği Aksu Köy Enstitüsü'nden birçok arkadaşını tanıma fırsatım oldu. Hepsi çok saygın, vatansever, idealist , hümanist insanlardı.  Halâ sık sık arayıp dakikalarca konuştuğu dostlara sahip. Bugün birlikte YouTube'da Köy Enstitüleri ile ilgili olarak hazırlanmış çok güzel videoları birlikte izledik, duygulandık. Benim o yılların idealist eğitimcilerine saygım, hayranlığım, özlemim bir kat daha arttı.

Merak ettiğim bir konuyu dile getirmek isterim; Acaba bugün ülkemizde 18-40 yaş arası bireylerden Köy Enstitüleri hakkında bilgi sahibi olan kaç birey var? Bu konuda bir istatistik ya da araştırma var mıdır? Eğitim Fakültelerimizde, Sosyal Bilimlerle ilgili programlarda ders konuları arasında ne kadar yer verilebiliyor, kaç öğrenci bitirme tezine konu  olarak seçiyor? Eski okul binaları, işlikleri, tarım bahçeleri, uygulama alanları bugün ne durumda? Bir Eğitim Müzemiz var mıdır?

Vefamız, değerbilirliğimiz, insana saygımız, duyarlılığımız, farkındalığımız ölçülebilse sonuçlar yüzümüzü güldürüp içimizi ferahlatabilir mi...?  Köy Enstitüleri modeli temel alınarak günümüz koşullarına uygun eğitim projeleri geliştirilip uygulamaya konabilir mi ?

17 Nisan Köy Enstitüleri Kuruluş Yıldönümünü kutluyor, başta Başöğretmen Atatürk olmak üzere EĞİTİM alanında emek ve çaba harcamış tüm insanlarımızı minnet ve teşekkürle anıyoruz. 

Makbule ABALI Urla

17 Nisan 2024








                                         








13 Nis 2024

ÜNLÜ ŞAİRLERİN DİZELERİNDE BAHAR (Bir Bayramın Ardından )

 


SEVDA ÜSTÜNE

Küçük pencerem bahçeye bakar

Bademler erikler geceye bakar

Bir ışık dökülür yapraklardan şıkır şıkır

Filizler susmuş, tohumlar uyumuş

Bir an durmuş, genişlemiş büyümüş 

Bir eski şarkı, bir eski bahar, bir bildik deniz 

Vakit nisan ortasındaki bir akşam...


Bu şiirde sevda sevda üstüne

Senelerdir veda veda üstüne

Yaralı yüreğimde dağ dağ üstüne

Vakit Nisan ortasında bir akşam

Mehtap ettiğinden bihaber

Kuşlarla, çiçeklerle, balıklarla beraber

İki tel kumral saç olsa avucumda şimdi 

Ağlayıp ağlayıp avunsam.

Turgut UYAR 1927-1985 



BİR İLKBAHAR ŞİİRİNE BAŞLANGIÇ

Hava ne kadar güzel öğretmenim 

Yollar ağaçlar kuşlar ne kadar güzel

Yeryüzü pırıl pırıl öğretmenim 

Gizlisi saklısı kalmamış dünyanın

Nesi var nesi yoksa dökmüş ortaya 

Bütün bitkiler, bütün hayvanlar, bütün taşlar

Sürüngenler, konglomeralar, serhaslar

Hepsi hepsi ortada öğretmenim 

Ne olur biz de gidelim

Burda kalsın iğneli karafatmalar

Burda kalsın kitaplar 

Kollarından bacaklarından gerilmiş kurbağalar

Burda kalsın hepsi 

Bomboş kalsın evler okullar

Hapishaneler, hastaneler... 

Öğretmenim sevgili öğretmenim 

Sırtımıza alırız hastaları

Kim bilir ne özlemişlerdir kırları

Ya mahpuslar.

Ne sevinirler kim bilir

Sarılıp sarılıp öperler adamı

Melih Cevdet ANDAY 



BAHAR GELİYOR

Damlardaki kar, saçaklardaki buz,

Kanı kaynayan suya dar geliyor.

Haberin var mı? Oluklardan 

Akan su sesinde bahar geliyor.


Duy güneyden estiğini rüzgarın;

Göreceksin neler olacak yarın.

Yuvada çırpınan yavru kuşların

Uçmak hevesinde bahar geliyor.

Cahit Sıtkı TARANCI



HABERİN VAR MI ?

Haberin var mı taş duvar?

Demir kapı, kör pencere,

Yastığım, ranzam, zincirim,

Uğruna ölümlere gidip geldiğim,

Zulamdaki mahzun resim,

Haberin var mı?

Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,

Karanfil kokuyor cigaram

Dağlarına bahar gelmiş memleketimin... 

Ahmed ARİF 



BAHARIN İLK SABAHLARI

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar

Karşı damda bir güneş parçası,

İçimde kuş cıvıltıları şarkılar;

Bağıra çağıra düşerim yollara,

Döner döner durum başım havalarda


Sanırım ki günler hep güzel gidecek

Her sabah böyle bahar

Ne iş güç gelir aklıma ne yoksulluğum 

Derim ki: "Sıkıntılar durdursun!"

Şairliğimle yetinir,

Avunurum.

Orhan Veli KANIK













 



8 Nis 2024

ÇİÇEKLERİN DİLİNDEN- ÖZÜNDEN...

 


Sevgi ile ilgi ve özenle yaklaşırsanız tüm canlılar ses veriyor. Çiçekler, ağaçlar, otlar bile daha uyumlu oluyor, daha coşkuyla açıyorlar. Urla'da yüz yıllık zeytin ağaçlarını köklü veya köksüz gördüm. Ağaç kesilse bile kökleri canlı kalıyor, kolay kolay pes etmiyor. Özgürce salınıyorlar;  Dağda, bayırda, ovada, çorak taşların arasından bile adeta ses veriyorlar; Yüzyıllar öncesinden,  bilge filozoflar gibi. İlkbaharın bu yanını çok seviyorum: Kupkuru ağaçlar bile yeniden yapraklarla, çiçeklerle donanırken insanları da bir ruhsal arınmaya çağırıyorlar sanki. Her yer papatya tarlası. En doğal, gösterişsiz, sade çiçekler papatyalar. 





Kardelenler gibi taşları delerek (Taşdelen diyorum ben onlara.) taşların arasından dünyaya gülümseyen çiçeklere sizler de rastlıyorsunuzdur. Mücadeleci insanlar gibi her duruma ya da ortama uyum sağlayıp yaşama  devam ediyorlar. Kocaman ağaçların altında, Arnavut Kaldırımlarının hemen dibinde hiç kimseye aldırış etmeden varlıklarını sürdürüyorlar. Bu çevrede kuşlar da değişti. Kışlık kuşlar gitti, yerlerine yenileri geldi. Sabahları erken saatlerde kumruların serenadı başlıyor.



Dün sabah Urla'da hava bulutluydu. Öğleden sonra güneş yüzünü gösterdi. Sadece biz değil, doğadaki tüm canlılar sevindi sanki. İçe kapanmış lazanyalar bile açıldılar, yüzlerini güneşe çevirdiler. Küçük bahçemizdeki fırça çiçeği  (Mersin'de hiç rastlamamıştım.) kış boyu yeşil yapraklı ama çiçeksizdi. Baharın ilk günlerinde  dallarında tomurcuklar oluştu. Soğuklar tekrar başlayınca sanki kendini korumaya aldı, çiçek vermedi. (Akıllı bir çiçek.) Havalar tekrar ılınınca kıpkırmızı güzel çiçeklerini sergiledi. Yakında güllerimiz de açacak.





Düşünüyorum; Badem, erik, şeftali, zerdali  portakal, limon, turunç gibi meyve veren ağaçlar çoğunlukla beyaz, narin çiçekler açıyorlar. Duruluk, saflık, temizlik simgesi beyaz, ruhumuzu da aydınlatıyor, rahatlatıyor. Arka bahçedeki portakal ağacı da çiçeklerle donandı. Kokusu tüm çevreyi sardı. Tek başına bir özveri sembolü gibi. Buram buram kokusu ta içimize sindi adeta. Yakın bir gelecekte kokular da duygulara tercüman olabilmek amacıyla kargoyla gönderilebilir mi acaba? Ne yaratıcı bir buluş  olurdu. (!) Yapay değil, doğal bir kokudan söz ediyorum elbette.





Portakal ağacının hemen yanı başında geçen yıl İnternette beğenerek kargo ile alıp özenle diktiğimiz, sabırla suladığımız iki limon ağacından sadece biri tek limon çiçeğiyle adeta bizim aldatılmışlığımızın simgesi gibi duruyor. Oysa sipariş verdiğimiz firma limonlarla donanmış bir  ağaç görseliyle reklam yapıyordu.  Bir yıl sonra ağacımız öyle olacaktı. Kargo paketine de sadece çürük bir limon koymuşlardı.  Ağaçlar onların davranışından utanıyor mudur acaba ? Kaybolan güven kolay kolay geri gelmiyor. Tüketici haklarıyla ilgili bir kurum halen işliyor mu acaba? 





Mersin'de hiç görmediğim mor salkımlar burada her yerde varlar. Bahçemizde yok ama sağlı-sollu, önlü- arkalı tüm komşularımızda mor salkımlar şenliği sürüyor adeta. Öyle güzel yayılıyorlar ki. Kesilen badem ağacımızı küstürdük galiba. Henüz en küçük bir canlanma belirtisi yok. Ama yeşillikler bölümünde maydanoz, dereotu salatalara hazırlık yapıyorlar. Roka bir dönemi tamamladı, çiçeğe dönüştü. Komşularımız; Sevgili Nur ve Zeynep  bahçelerindeki bitkilerin fotoğraflarıyla beni mutlu ettiler. Berrin'in nefis naneleri, Mevlüt Bey'in yerelmaları soframıza konuk oldular. Emin Bey'in kara dut ağacı ikrama hazır. Tolga, Emin Bey, Mahir Bey türlü çeşitli konularda danışmanlarımız, yardımcılarımız.



Kimselere söylemedik ama bugün; doğanın tüm güzelliklerini birlikte yaşadığımız, ortak duygularla gözlediğimiz, güvenli, vefalı , sadık yol arkadaşım, eşimle  beraberliğimizin 46. yıldönümü. Karşılıklı anlayış ve hoşgörüyle, inceliklerle, insan insana,  ılımlı bir HAYATA , değişen mevsimlere, farklı iklimlere  sağlıkla, sevgiyle, umutla , sevdiklerimizle tutunmaya çalışıyoruz. 

Makbule ABALI. Urla

8 Nisan  2024 



https://youtu.be/b47oBxsZPew?si=h4gjkYVbUqmyccTF





2 Nis 2024

RUH SAĞLIĞIMIZI ONARMAK: BİR ŞİİR , BİR ŞARKI

 Sağlık;  uzmanlar tarafından şöyle tanımlanıyor: Ruhsal, bedensel ve toplumsal açıdan tam bir iyilik halidir. Şiir, müzik, güzel sanatlar, doğa, sakin -düzenli bir yaşam insan sağlığını olumlu yönde etkiliyor. Belirsizlik, karmaşa, gürültü, kaygı, stres, endişe ruhsal sağlığımıza olumsuz yükler yüklüyor. 

Psikosomatik hastalıklar, psikolojik kökenli bedende ortaya çıkan rahatsızlıklar. Beden adeta isyan ediyor, sesini duyurmaya çalışıyor. " Beni duy " diyor. Pek çok hastalık birdenbire ortaya çıkmıyor, zaman içinde birikimler rahatsızlıkları tetikliyor. Toplumsal kaygılar, endişeler, ekonomik sıkıntılar  daha  bencil, tahammülsüz, şiddet yanlısı insanların  çoğalmasına neden oluyor. Çocukların ve gençlerin önünde kötü örnekler de giderek çoğalıyor. Aile geçimsizlikleri, boşanmalar, aldatmalar, kavga ve tartışmalar olağan hale geliyor. 

Toplumsal patlamalar yaşanmadan denge  sağlamak ne güzeldir. Sağlıklı bir toplum sağlıklı, eğitimli, mutlu kuşakları da yetiştirecektir. "Mutsuz Ülkeler Sıralamasında" en alt sıralarda olmayı hak etmiyoruz. Biz ; coşkuda, başarıda, tasada, kederde, acıda ve kıvançta ortak olmayı, paylaşmayı bilen bir toplumun insanlarıyız.









Şiirin gizemli dünyasında rahatlatıcı bir mola : 

Sanatçı Yetkin DİKİNCİLER,  Nazım HİKMET'İN ünlü şiirini seslendiriyor.:

BU  MEMLEKET BİZİM







Sanatın, müziğin evrenselliğini, rahatlatıcı gücünü nasıl inkâr edebiliriz? Bazı Kurumlar bunu çeşitli sanatsal etkinliklerle  kanıtlıyorlar. Koruyucu Sağlık Hizmetlerinin değerini iyi bilen hekimlerimizin İstanbul Tabip Odası bünyesinde Tıp doktorlarından oluşan  "Türk Sanat Müziği Korosu " var.  Şef Sn. Suat GÜNEY yönetiminde bu yıl da 14 Mart "Tıp Bayramı" çerçevesinde mükemmel bir konser sundular. 
Biyokimya  uzmanı   Dr. Sibel Abalı ALTIN " İnleyen Nağmeler Ruhumu Sardı" adlı şarkıyı seslendiriyor.(Keşke tüm koroyu sunabilseydim. Sadece kızımız Sibel Abalı Altın'ı ekleyebildim. Bağışlasınlar lütfen.)


Mersin'de Halk Müziği Ustası Sn. Hasan EKİNCİ  yıllardır gönüllü olarak çalıştığı Mersin  Alzheimer Derneği yararına  bu akşam Mersin'de "Unutulmayan Türkülerle" adlı bir konser sunuyor. Hasta ve hasta yakınları için büyük bir moral desteği.




Kim bilir , ülkemizde daha nerelerde ne güzel çalışmalar,  umutlarımızı yeşerten etkinlikler var. Her konuda ülkemizin aydınlanması yolunda Toplum ve Halk Sağlığı için özverili çalışmalar yapan, bize gerçek anlamda baharı yaşatan  tüm güzel insanlarımıza sonsuz teşekkürler. 

Makbule ABALI - Urla 
2 Nisan 2024




31 Mar 2024

İNCİ ARAL-ANLAR İZLER TUTKULAR -BCP-Mart Ayı



 Bu yazı Blogları Canlandırma Projesi (BCP) kapsamında yazılmıştır. Bu projede her ayın son haftasında belirlenen konular çerçevesinde isteyen arkadaşlar yazı yazabiliyor, film ya da kitap tanıtımı yapabiliyorlar. Bu ayın konusu "Kadın Yazarlar, Kadınları Hikaye Eden  Eserler " idi. 

Kadın yazarlar denince; Ülkemizde önce Füruzan ve Sevgi Soysal gelir aklıma. Gençlik yıllarımın unutulmazları. Füruzan'ın Parası Yatılı'sı, Sevgi Soysal'ın Yenişehir'de Bir Öğle Vakti. Severek okuduğum  kadın yazarlar diye düşününce: İnci Aral, Adalet Ağaoğlu, Tezer Özlü, Nazlı Eray, Tomris Uyar, Ayşe Kulin, Latife Tekin ilk anda aklıma gelenler. Haksızlık etmek istemem, severek okuduğum  başka kadın yazarlarımız da var elbette. Gazete köşe yazarlarından da ne güzel yazanlar var. Sanki kadınlar doğaları gereği ince ayrıntıları, detayları çabuk fark ediyor, insanların gizemli yanlarını, hassasiyet ve kırılganlıklarını daha farklı dile getiriyorlar. Adeta "İç telimize ustaca dokunmak,  değişik tınıları ortak noktalarda buluşturmak gibi..." 

İnci Aral'ın severek okuduğum "Anlar İzler Tutkular" adlı kitabını bu ayın BCP kapsamında tanıtmaya çalışacağım: 

Kitap Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanmış, 159 sayfa. Arka kapakta kitap şöyle tanıtılmış: "İnci Aral'ın hayata, dünyaya ve yazma tutkusuna bakışını yansıtan, okumak, yazmak severek ve yazarak var olmak üstüne düşünce ve deneyimlerini yalın, akıcı bir anlatımla dile getirdiği bu kitap belleğin seçtiği anlara ve akıp giden yaşamın bizde kalan izlerine değinen bir anlatılar toplamı." "İnci Aral her zamanki içten ve alçakgönüllü söylemi ile çocukluktan yazarlığa ulaşan serüvenini anlatırken kendisiyle baş başa kalınmış sıcaklıkta bir sohbet ortamı yaratıyor."

İnci Aral yazmak isteyen gençlere ise şunları söylüyor:" Yazmak, insan ruhunu, bilincini, dalgalanma, yükselme ve düşüşlerini anlama ve insanın önce kendi gecesini aydınlığa çıkarma çabasıdır. Zamanın içinde bir yerlerde kendini aşkla, severek ve yazarak olumlama ve bunlara tutunarak hiçliğe karşı durma uğraşının özü budur." 

KİTAPTAN ALINTILAR: 

ANLAR Bölümünden:

Yazma Zamanı: "Yazma eylemine zaman açısından baktığımda, içinde kararlılık, umut, bir yığın coşku ve kırıklık yani çelişik duygular olduğunu görüyorum. Ama en çok başarma isteği ve  inat vardır. " Kuşkusuz benim yazmam aynı zamanda kendime uyguladığım bir terapidir. " 

"Ben öykülerimi anlatırken, gördüklerimi duymaya, duyduklarımı görmeye, sezgilerimi ve düşlerimi yaşantıya dönüştürmeye çalıştım hep, acının ya da sevincin dışa vurum taşkınlığına aldanmamaya görünenin ötesindekini yakalamaya uğraştım" "Öykü yazmak sonu bilinmeyen bir yolculuktur çoğu zaman." 

İZLER BÖLÜMÜNDEN:

Türkiye Gündemi ve Edebiyat: "Çünkü bir edebiyat eseri , şiir, roman, öykü, bireyin tek başına ürettiği, onun düşünsel ve duygusal özellik ve yeteneğini ortaya koyan estetik bir yapı olmakla birlikte, yazarının nerede durduğu, hangi tarihsel, coğrafi ve toplumsal bölgede yaşadığı da çok önemlidir. 

Bu açıdan bakınca sanatçının ortaya koyduğu ürün yalnızca bireysel değil, aynı zamanda içinde yaşadığı toplumun, ülkesinin ve ulusunun tarihinin, coğrafyasının ve ilişkiler bütününün ortak düşünsel ve ruhsal yapılanmasının da ürünü olacaktır."

" Yaşadığı dönemin yoksunluk ve acılarına olduğu kadar, geçmişin ve geleceğin yanlış kavrayışlarına da duyarsız olan, tarihsel ve toplumsal belleği gelişmemiş, hem ülkesi hem de dünyaya ilişkin kaygıları, soruları, inanç, kuşku ve karşı çıkışları olmayan insanların yazdıkları gelip geçici olacaktır."

" Zamanın iyiliği de yok değil. Keder, acı gibi duyguların şiddetini azaltıyor. Önce belli bir düzeye indiriyor sonra da bizi unutmanın cömertliğine sürüklüyor. Zor zamanlarda felaketler, ölümler, acılar, darbeler öylesine arka arkaya geliyor ki tümünü birden taşıyamıyoruz. İnsanımız acıya dayanıklı. Sabırla yüzleşiyor ölümle ve hayatla. Başına gelecek uğursuzluğu tevekkülle bekliyor. Çünkü çok uzun zamandır işte bu, bunu bekliyordum diye sevindiğimiz aydınlık, umutlu bir gün olmadı."

" Ticari, içeriksiz ve bayağı ürünler insanın dilini, duygu ve düşüncelerini sığlaştırıp basitleştirir. İnsanımızın kültürel erozyona uğraması, tartışan, eleştiren, sorgulayan, yeni üretici ve yaratıcı insan tipini de aşındırıyor. Aslında sistemin amacı, isteği de bu. Düşünmeyen, hazır düşünce kalıplarına teslim olmuş, bir örnek, koyun gibi insanlar."

"Günümüz insanının zevkleri, seçimleri küresel sistem tarafından yönlendiriliyor artık. Dijital teknoloji ve kitle iletişim araçları ortalama insan için öngörülen ucuz örnekleri kalabalıklara empoze ederken binlerce eleştirmenden daha etkin rol oynuyor." 

TUTKULAR BÖLÜMÜNDEN: 

Aynalar ve Kadınlar: "İnanıyorum ki kadınlar ve erkeklerin kadınlar tarafından anlatılmasına gereksinmemiz var."

"Günümüzde ihanet hem olağanlaştı hem de yaygınlaşarak ortalığa döküldü ve sürekli bir huzursuzluk kaynağı haline geldi.  Aldatılmak bir kadermiş gibi yaşanıyor artık."

"Kırk yıldır yazıyorum. Zorlu bir yolculuktu. İniş çıkışlar, vazgeçişler yaşadım. Yine de bugün bile tam olarak başardığımdan emin olamıyorum.  Başarının doğasında kendinden hoşnutluk yoktur."

Sadakat: "Eğer hayatı ve varoluş gerçeğini size sunulduğu gibi kabul eder, sorgulamazsanız ya fazla siner ya da acı çekersiniz. İnsan kendi doğru ve yanlışlarını oluşturmak zorunda."

"Günümüzün şaşırtmacası başarı kavramının fazlasıyla paraya endekslenmiş olması. Para kazanmak ve en güzel arabaya, eve, kadınlara sahip olmak tek hayal haline gelmişse burada doyumsuzluklar ve başarısızlık hissi yoğun demektir."

" Kültür, sanat ve bilim birlikte olduğunda mantık ve hayal arasındaki dengenin geliştirilmesini sağlar. 

" Asıl başarı ise mutlu olabilmektir. Gülebilmek ve sevilmektir. Tersliklerle mücadele edebilmek, insanı sevmektir. Herkesteki en iyiyi bulmak ve karşılık beklemeden vermeyi bilmektir."

NOTLAR:

İnci Aral 1944 yılında Denizli'de doğdu. Manisa Kız İlköğretmen Okulundan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünden mezun oldu.

ROMANLARI.

Ölü Erkek Kuşlar, Yeni Yalan Zamanlar, Hiçbir Aşk, Hiçbir Ölüm, İçimden Kuşlar Göçüyor, Mor, Taş ve Ten, Safran Sarı, Sadakat, Şarkını Söylediğin Zaman 

ÖYKÜLERİ

Ağda Zamanı,  Kıran Resimleri, Uykusuzlar, Sevginin Eşsiz Kışı, Gölgede  Kırk Derece, Ruhumu Öpmeyi Unuttun

DENEME-ANI-ANLATI

Anlar İzler Tutkular, Unutmak, Yazma Büyüsü, Kan Gülleri ve Nar Ağrısı 

ÖDÜLLERİ:

1980 Akademi Kitabevi İlk Kitap Öykü Başarı Ödülü - Ağda Zamanı

1983 Nevzat Üstün Öykü Ödülü -Kıran Resimleri

1992 Yunus Nadi Roman Ödülü- Ölü Erkek Kuşlar 

2001 Yunus Nadi Ödülleri-Öykü Ödülü- Gölgede Kırk Derece

2002 Orhan Kemal Roman Armağanı-Mor

2014 Kıbatek  Ödülü (Kıbrıs, Balkanlar, Avrasya Türk Edebiyatları)

2018 Beyaz Martı Edebiyat Onur Ödülü 

 










28 Mar 2024

BİREYSEL UNUTKANLIKLARDAN TOPLUMSAL KAZANÇLARA...



  Aslında gecikmiş bir yazı bu. Ama inanıyorum ki bazı konuları vurgulamak ya da tekrar tekrar hatırlatmanın, konu üzerinde düşünmenin toplumun bilgilenmesine de katkısı olacaktır.  Önemli konulara tek gün ayırmak değil, zaman zaman yeniden dönüşler daha kalıcı bilgiler sağlıyor. Hele konu hatırlamalar ve unutmalarla ilgili olunca daha da önem kazanıyor. 

Çok sevdiğim bir yakınımla birlikte 24 Şubat Cumartesi Günü İzmir Güzelyalı Kültür Merkezi Nazım Hikmet Salonunda İzmir Alzheimer Derneği ile Lions Kulübü'nün  ortaklaşa düzenledikleri bir panele katıldık. İyi ki duyurmuş sevgili Sevil. Konu  "Alzheimer ve Müzik" idi. Konuşmacılar; Türkiye Alzheimer Derneği İzmir Şubesi Onursal Başkanı Dr. Aysel Gürsoy, İzmir Alzheimer Derneği Başkanı Sevnaz Şahin ve Müzik alanında uzman Sn. Çiğdem Sabuncuoğlu idi. Çok yararlı bilgiler sunuldu, açıklamalı broşürler verildi. 

Saat 14.00'de başlayan toplantı 16.30'da henüz bitmemişti. Önce Türkiye Alzheimer Derneği İzmir Şubesi Onursal Başkanı Sn. Doktor Aysel Gürsoy Demans ve Alzheimer hakkında genel açıklamalar yaptı. Bu arada İzmir Alzheimer Derneği yeni Başkanı , Ege Üniversitesi Geriatri Bölüm Başkanı Sn. Sevnaz Şahin ile birlikte açıklamaları bütünleştirdiler. İlk kez duyduğum bir bilgi bana çok ilginç geldi. Ege Üniversitesi'nde 3. yaş Üniversitesi 2016 yılında faaliyete geçmiş. 60 yaş üstü bireylere haftanın 3 günü ders veriliyor. Derslere  devam  zorunluluğu var. Sağlık Bilgisi,  Dijital okul,  Yazarlık, Vals, Psikodrama derslerden bazıları. Üç yılın sonunda katılımcılara diploma veriliyor. 

O gün tuttuğum notlardan ve broşürden alıntılar yapmak istiyorum:

* "Aktif Yaşlanma, ileri dönemlerdeki vücut ve ruh için yapılan bir yatırım gibi düşünülmelidir. Yaşlanma doğumla başladığına göre, hedefe ulaşmak ve başarılı yaşlanmak için gençlik hatta çocukluk döneminde başlatılmalıdır." 

*Yaş ilerledikçe hastalığın sıklığı artıyor. Risk faktörleri: ailede Alzheimer öyküsü, genetik yatkınlık, kafa travmaları, uzun süreli depresyon, kronik alkol kullanımı, hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, uzun süreli strese maruz kalma. 

* Bir ölçüde korunma amaçlı yapılabilecekler: Akdeniz diyetiyle beslenme. sebze, meyve tüketimini arttırma, kafa yaralanmalarından, düşmelerden korunma, alkol ve sigara tüketimine dikkat edilmesi.

* Son yıllarda yapılan araştırmalar hastalığın fark edilmeden 20-30 yıl geride başladığını ve eğer araştırılırsa tanının 40 ve 50'li yaşlarda da konulabileceğini göstermektedir. 

 *Alzheimer hastalığı bilişsel fonksiyonların kaybına neden olan ve zamanla ilerleyen bir beyin rahatsızlığıdır. 

 *Alzheimer hasta yakınları hastalarıyla iletişim kurarken: sakin ve nazik bir şekilde konuşmaya dikkat etmelidirler. Hastanın ruh hali çok sık değişebilir. Alınganlıklar, depresif davranışlar, ağlama nöbetleri görülebilir. 

* Özellikle saldırganlık ve öfke nöbetleri sırasında hasta yakınlarının da öfkelenmesi hastanın saldırgan davranışlarını tetikler. 

* Alzheimer Hastalığını düşündüren uyarıcı bulgular: Hafıza kaybı, alıştığı işleri yapma güçlüğü, lisan problemleri, zaman ve yere oryantasyon bozukluğu, karar verme yetisinde bozulma, soyut düşünme bozukluğu, eşyaları yanlış yere koyma, kaybetme, kişilik değişiklikleri, duygu ya da davranış değişiklikleri, bir işe başlama yeteneklerinde kayıp.

 *Alzheimer Hastalığına karşı önlem olarak: Bilgiye ulaşmak, kitap okumak, planlı yaşamak, Hareketli olmak, yürüyüş yapmak, müzik dinleyip dans etmek, sosyal olmak, yeni kişiler tanımak, yeni bir iş öğrenmek, sakin olmak, sade yaşayıp neşeli, güler yüzlü olabilmek

*Beyin zoru seviyor, konfor beyni yoruyor. Beyin ve beden uykuda dinleniyor. 

 *Programın son aşamasında Alzheimer ve Müzik konusuna uygulamalı olarak yer verildi. Çiğdem Sabuncuoğlu Hocamız belirli makamların  insan ruhundaki yapıcı ve onarıcı etkisinden söz etti. Gözlerimizi kapatıp müzik dinledik, duygular dile geldi. 

Uzun, detaylı, çok yönlü bir programda ekip çalışmalarının gücüne bir kez daha ta yürekten inandım.  

Mersin'de de değerli Aynur Özge Hocamızın önderliğinde sürdürülen harika çalışmaları hatırladım, hastalar ve hasta yakınları için programlanan Eğitim Kampları, seminerler, konferanslar, spor ve müzik, el işi çalışmaları, edebiyat saatleri, yoga, makrame, fotoğrafçılık kursları, İmece Mutfak etkinlikleri... Soru sorduğunuzda anında cevap aldığınız uzman bir ekip. Uzaklardan özlemle andım, gönül dolusu selam ve sevgilerimi ilettim. 

Ülkemizin her köşesinde insanı, doğayı, sanatsal etkinlikleri, sporu benimseyen, koruyucu, onarıcı insan sağlığına inanan kişilerin varlığı ve gücü elbette bireylerden topluma yansıyacak, yollarını aydınlatacaktır. İYİ Kİ VARSINIZ... 

Ünlü Düşünür Montaigne ne güzel demiş: "İnsan durmadan bir şeyler yapmalı, yaşama çabalarını elinden geldiği kadar sürdürmeli. Dilerim ki ölüm beni lâhanalarımı dikerken bulsun; Ama ne ölüm umurumda olsun, ne de yarım kalmış bahçem." 

Makbule ABALI 

28 Mart 2024 Urla









25 Mar 2024

AŞIK VEYSEL!İN ARDINDAN



Zamanla pek çok şey unutuluyor, bellekten kayıtlar siliniyor. Ama bazı türkülerin, şarkıların, şiirlerin geride kalan izleri öyle güçlü ki kolay kolay kaybolmuyor. Belki küçük değişimlerle de olsa aynı duyguları yeniden yaşatıyor insana. Yunus Emre'nin, Aşık Veysel'in, Karacaoğlan'ın, Pir Sultan Abdal'ın , Aşık Mahzuni'nin ve daha nice değerli ozanımızın da izlerini yıllar yok edemiyor.

"Uzun ince bir yoldayım, Dostlar beni hatırlasın, kara toprak, Güzelliğin on para etmez" sözleri, müziğiyle nasıl unutulur? Aşık Veysel 25 Şubat 1894 yılında Sivas- Şarkışla İlçesine bağlı Sivrialan Köyünde dünyaya geldi. Türkçeyi en yalın  ve güçlü bir şekilde kullanan bir halk ozanımızdır. 7 yaşında o yıllarda yaygın olan çiçek hastalığı nedeniyle gözlerini kaybetmiştir. Yaşama sevgisiyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. 21 Mart 1973 yılında hayata gözlerini yummuştur. 

Aşık Veysel'den Deyişler:

* Beni hor görme kardeşim. Sen altındın ben tunç muyum? Aynı vardan var olmuşuz, sen gümüşsün ben sac mıyım?

*Anlatamam derdimi dertsiz insana. Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez. 

*Derdin varsa git denize anlat. Kedilere, bulutlara anlat. Pencere pervazında çiçeklere anlat. İnsana dert anlatılır mı hiç?

 *Şu geniş dünyaya sığmayan gönül, şimdi bir odaya kapandı kaldı. 

*Taş olsam yandım idi. Toprak oldum da dayandım. 

*Ne var ise sende bende , aynı varlık her bedende. Yarın mezara girende sen toksun da ben aç mıyım?

 *Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa.

* Bu alemi gören sensin. Yok gözünde perde senin. Haksıza yol veren sensin. Yok mu suçun burada senin. 

ŞİİRLERİNDEN DİZELERLE AŞIK VEYSEL:

GÜZELLİĞİN

Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulamam
Gönlümdeki köşk olmasa 

Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başka olmasa.

ANLATAMAM DERDİMİ DERTSİZ İNSANA

Anlatamam derdimi dertsiz insana 
Dert çekmeyen dert kıymetini bilemez
Derdim bana derman imiş bilemedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz.

Gülü yetiştirir dikenli çalı
Arı her çiçekten yapıyor balı
Kişi sabır ile bulur kemali
Sabretmeyen maksudunu bulamaz. 

KARA TOPRAK

Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır 
Beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır.

Nice güzellere bağlandım kaldım 
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum 
Her türlü istediğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır. 

Aşık VEYSEL 

YÜREĞİNİN SESİNİ ; DİLİNE, SAZININ TELLERİNE AKTARAN TÜM HALK OZANLARIMIZI SAYGIYLA ANIYORUZ.

Makbule ABALI
25 Mart  2024 Urla









21 Mar 2024

KADINLAR... 21 Mart Dünya Şiir Günü

 




Her ülkeden, her yöreden kadınlar

Bir çiçek tarlası gibi;

Kah su kenarında bir nilüfer

Kah dağ yamaçlarında bir nergis 

Ya da bahçelerde bir mor menekşe

Tarlada papatyadır

Niyet çekilen

Belki salon çiçeğidir,

Tarlada, güneşte solan.

Kimi bol su ister,

Kimi susuz da yetişir.

Kaktüs gibidir bazısı 

Dikenlerini geçirmeye hazır

Bazen şaşırtır bir ağacın tepesinde 

Manolyadır, beyaz, naif, narin

Bazen bir gonca gül,

Çiy taneleriyle süslü

Bir sarı çiçek Anadolu'da

Kayaların arasından baş vermiş

Ya da ayak altında ezilmiş bir ot  gibi

Bazen hatmi çiçekleri şifa niyetine

Belki bir zakkum , tehlikeli bir zehir

Her biri farklı, her biri başka

Tıpkı kadınlar gibi, türlü çeşitli

Mutlu mutsuz, hüzünlü, coşkulu...

Makbule ABALI

 (2021 yılında yazdığım bir şiir )




20 Mar 2024

ALİ SİRMEN - SEVGİLİYE MEKTUPLAR

 


Cumhuriyetimizin 100. yıl kutlamalarının ardından Cumhuriyet aydınlarının yasını tutuyoruz. Cumhuriyet Devrimlerinin yılmaz savunucusu duayen Gazeteci Ali Sirmen'i yitirdik. Son yazısını  6 Mart 2024 tarihinde yazmış; "Laiklik nedir? " Bu yazısının bir cümlesinde " Laiklik mevcut değilse bir yerde demokrasi de yok demektir." deyişi yer alıyor. Demokrasi aşığı, yurtsever , kişiliğinden ödün vermemiş dürüst bir insanı , değerli bir yazarı yitirdik. 

Ali Sirmen 1939 İstanbul doğumlu, Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 50 yıllık gazeteci. 2015 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü'ne değer görülmüştür. Pek çok genç gazeteciye örnek ve önder olmuş,  yorumlarıyla köşe yazarlığı yapmış, iki kitabı yayınlanmış, çeşitli televizyon programlarına katılmıştır. 

18 Mart 2024 tarihli Cumhuriyet  Gazetesi'nde Işık Kansu'dan ne güzel bir değerlendirme var: "Pırıl pırıl bir bilinç, beyefendilikle örülmüş saygınlık, eleştirel ince bir zekâ, yurtseverliği evrensel insancıllıkla bütünleştiren Aydınlanma algısı.  Sevgisiyle güneşlendiğim, ustalığıyla biçimlendiğim, ağabeyliği ile kardeşlendiğim, aklıyla yönlendiğim büyüğümü yitirdim. Babamın ölüm yıldönümünde varoluşun  uzamında bir yıldızım daha ışıklı izler bırakıp gitti." 

Ali Sirmen çok sevdiği eşi avukat Mine Sirmen'i beş yıl önce yitirmişti. Mine'nin ölümünden sonraki  yazısı çok anlamlıdır; "Mine ile 58 yıllık birlikte yaşamdan sonra birden fark ettim ki ben artık  Mine'siz  tek başına yaşamayı unutmuşum. Şimdi 80 yaşında bunu yeni baştan öğrenmeye çalışıyorum." Ali Sirmen'in ölümünün ardından Ataol Behramoğlu da şöyle yazar: " Kardeşim, arkadaşım, düşündaşım cezaevi ve hücre yoldaşım  Ali Sirmen, Mine'sine kavuştu diyelim." Mine'nin kız kardeşi kuzenim sevgili Zeynep de telefonda  "Ali Abi Mine'nin bana emanetiydi." diyerek hıçkırıyordu. 

İhsan Dayımın kızı kuzenim sevgili Mine, tanıdığım en zarif, zeki, bilgili kadınlardan biriydi. Mersin'deki evimize eşiyle birlikte halasını, bizleri ziyaret amaçlı gelmişlerdi. Bu kitap o günün armağanıdır. Ali Abi'nin tüm yazılarını bilgilenerek, etkilenerek okurdum. Ama  özellikle Pazar yazıları bir başkaydı. Bu yazıları hep sevgili eşi Mine'ye yazdığını düşünürdük. "Sevgiliye Mektuplar" kitap haline dönüştüğünde  Ali Sirmen önsözde şöyle açıklar: "Bir yazar için diyalog kurabildiği okur en büyük sevgilidir ve kalemi elinden düşmediği sürece, sönmeyecek bir aşk vardır aralarında. Çeşitli konuları içeren bu kitap biraz da bu aşkın öyküsüdür." 

Cumhuriyet Kitapları arasında yer alan bu kitabı ilk okuyuşumun üzerinden 16 yıl geçmiş. Altını çizerek okuduğum satırlar güncelliğini yitirmemiş, kitap daha da değer kazanmış. 261 sayfalık bu kitaptan tanıtım amaçlı birkaç alıntı :

* Ölüm Mahkûmları adlı yazısından:

"İnsan da her canlı gibi, şaşmaz bir ölüm mahkûmu, doğduğu andan itibaren her gün adım adım oraya doğru ilerliyor. Her an, her saniye şaşmaz bir şekilde amaca doğru ilerliyoruz. Yıllar geçtikçe bir bir giderken dostlarımız ve dostluklar anıya dönüşürken artıyor yalnızlığımız. Bulunduğun yerden elini uzat Sevgili, onu görmesem bile, böyle acı anlarında, inan bana hissedeceğim."

* Çocukluk Yazları adlı yazısından:

"Nasıl da geçti o yazlar...? Çocukluk yazları Sevgili, çok  uzaklarda kaldı şimdi... Ama ne gam! Hâlâ yazlar ve çocuklar olduğuna göre, hâlâ yaşanıyor çocukluk yazları. Galiba gerçekten de geçen zaman değil,  o duruyor, geçen biziz... "

*Mutluluğa ya da mutsuzluğa dair... adlı yazısından:

"Peki  mutluluğun tam bir tanımı olabilir mi?  Pek sanmıyorum. Mutluluğun öğeleri, insandan insana, toplumdan topluma, dönemden döneme değişebildiğine göre, neye dayanarak, herkese ve her duruma uyan tam bir tanım yapacaksın ki? 

*Seçim Aynı zamanda Vazgeçmektir De... adlı yazısından:

 "Sevgili, Seçim demokrasilerin temeli, onsuz olmazı, zorunlu koşulu, ama tek başına yeterli de değil. Doğum ile ölüm parantezi içindeki yaşam seçimler sürecidir, diyebiliriz. Yine de kişinin seçiminde tümüyle özgür olabilip olamayacağı konusunda ciddi kuşkularım olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Özgür seçim için her şeyden önce, olasılıkları iyi değerlendirebilmek gerek. En bilginimiz için bile bilginin sınırları acaba nereye kadar varıyor?" 

Bir Cumhuriyet aydınını, güçlü bir yazarı, üstün niteliklerle donanımlı çağdaş bir Atatürkçüyü  dün son yolculuğuna  uğurladık. Saygıyla, rahmetle anıyoruz. Tüm sevenlerinin başı sağ olsun.

Makbule ABALI 

2O Mart 2024 Urla








17 Mar 2024

AĞAÇ EV SOHBETLERİ- 238- RAMAZAN AYININ GÜZELLİKLERİ



Bloglarda her hafta bir konu ile belirlenen Ağaç Ev Sohbetleri 238. haftada. Bu haftanın konusu "Sade ve Derin - Deeptone " Arkadaşımız tarafından belirlenmiş: 

 "RAMAZAN AYININ GÜZELLİKLERİ"

Her dinin kendine göre belirli kuralları, yargıları var. Dini konularda İlahiyat Fakültelerimizde görevli akademisyenler, din eğitimi veren okullarımızdaki görevlilerden uygun bilgiler alınabilir elbette. Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk 'ün ekranlardaki sohbetleri ne güzel olurdu. 

Kişisel olarak inançlara saygı gösterilmesinden yanayım. Din bir baskı, korkutma ve sindirme aracı olarak ele alınmamalıdır. Dini konular ahlaki konuların düzenleyicisi ve koruyucusu olarak da ele alınabiliyor. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersleri de bu amaçla işlendiğinde tutucu değil, inandırıcı, eğitici bilgiler de daha kalıcı ve yararlı olacaktır. 

Ramazan Ayının güzellikleri dendiğinde; geçmişten bugüne toplumun değişen değerleriyle çocukluktan yetişkinliğe kadar bıraktığı izler, farklılaşan yaşamlar geliyor aklıma. Düşünüyorum: Ramazan Ayı sadece bedensel anlamda değil, ruhsal anlamda da bir detoks, arınma, kötü huylardan uzaklaşma, iyiye yönelmeyi içerir. Tok açın halinden anlar, ihtiyacı olanlara böbürlenmeden, aşağılamadan yardım elini uzatır. Muhtaç durumdaki kişilerin ihtiyaçları imkanlar elverdiğince giderilir. 

Eskiler "İbadet ve kabahat gizlidir." derlerdi. Kabahat   elbette suçlu olmak değildi. Eve gelen misafire niyetli misin ya da oruçlu musun diye sorulur, gerekirse ikram da yapılırdı. Büyükleri taklitte çok usta olan çocuklar da oruç tutmaya özendiklerinde kısa süreli çocuk orucu vardı. Ramazanlarda "Komşuda pişen size de düşer." denir, yemek tabakları evden eve taşınırdı. Hangi çocuk komşudan gelen farklı bir yemeğin cazibesine dayanabilir? Ramazan bolluk ve bereket ayı sayılırdı. 

Hatırlıyorum, davulcular yanık sesleriyle maniler de söyleyerek davulun sesini yakından da dinlenir kılarlardı. Acaba eski müezzinlerin sesi mi daha farklıydı, mikrofonlarla yarışabilirlerdi. Sabah ezanı bir ses bombardımanı değil, bir tatlı huzura dönüşürdü. Görevini zorunluluk değil de sorumluluk anlayışıyla yapmanın farkı bu inceliklerde gizliydi belki de .Alışkanlıklarından kolay vazgeçemiyor insanlar. Uzun yıllar oruç tuttum. Kendi isteğimle, içtenlikle. Rahatsızlıklar nedeniyle artık tutmuyorum. Bu konuda kimsenin kimseyi kınamaması gerektiğine inanıyorum. 

Günümüz Ramazanlarında en çok yadırgadığım şeyler: İç huzuru, vicdan, merhamet, sevgi, saygı, dürüstlük , doğruluk gibi kavramların değer kaybetmesi adeta tersyüz edilmesi. Çıkar ilişkileriyle kurulan sahte beraberliklerin tavan yapması, gerçekten ihtiyacı olanların unutulup farklı kişilere yardım yapılması, görkemli iftar sofralarında gövde gösterileri, yalan vaatlerin  havada uçması,  yardımların dahi reklam edilmesi... 

Gözler görmez, kulaklar duymaz olursa, dil tatlı bir sözle gönül almazsa tüm zamanlar insani değerlerden yoksun kalmaz mı? Her ayın, her yılın güzelliği de , iyiliği de insanı İNSAN yapan küçük ayrıntılarda gizli. Manevi değerler, maddi değerler gibi kolay ölçülemiyor, hassas terazilerin kayıtları farklı herhalde...

Makbule ABALI
17 Mart 2024 Urla