Bu Blogda Ara

28 Mar 2024

BİREYSEL UNUTKANLIKLARDAN TOPLUMSAL KAZANÇLARA...



  Aslında gecikmiş bir yazı bu. Ama inanıyorum ki bazı konuları vurgulamak ya da tekrar tekrar hatırlatmanın, konu üzerinde düşünmenin toplumun bilgilenmesine de katkısı olacaktır.  Önemli konulara tek gün ayırmak değil, zaman zaman yeniden dönüşler daha kalıcı bilgiler sağlıyor. Hele konu hatırlamalar ve unutmalarla ilgili olunca daha da önem kazanıyor. 

Çok sevdiğim bir yakınımla birlikte 24 Şubat Cumartesi Günü İzmir Güzelyalı Kültür Merkezi Nazım Hikmet Salonunda İzmir Alzheimer Derneği ile Lions Kulübü'nün  ortaklaşa düzenledikleri bir panele katıldık. İyi ki duyurmuş sevgili Sevil. Konu  "Alzheimer ve Müzik" idi. Konuşmacılar; Türkiye Alzheimer Derneği İzmir Şubesi Onursal Başkanı Dr. Aysel Gürsoy, İzmir Alzheimer Derneği Başkanı Sevnaz Şahin ve Müzik alanında uzman Sn. Çiğdem Sabuncuoğlu idi. Çok yararlı bilgiler sunuldu, açıklamalı broşürler verildi. 

Saat 14.00'de başlayan toplantı 16.30'da henüz bitmemişti. Önce Türkiye Alzheimer Derneği İzmir Şubesi Onursal Başkanı Sn. Doktor Aysel Gürsoy Demans ve Alzheimer hakkında genel açıklamalar yaptı. Bu arada İzmir Alzheimer Derneği yeni Başkanı , Ege Üniversitesi Geriatri Bölüm Başkanı Sn. Sevnaz Şahin ile birlikte açıklamaları bütünleştirdiler. İlk kez duyduğum bir bilgi bana çok ilginç geldi. Ege Üniversitesi'nde 3. yaş Üniversitesi 2016 yılında faaliyete geçmiş. 60 yaş üstü bireylere haftanın 3 günü ders veriliyor. Derslere  devam  zorunluluğu var. Sağlık Bilgisi,  Dijital okul,  Yazarlık, Vals, Psikodrama derslerden bazıları. Üç yılın sonunda katılımcılara diploma veriliyor. 

O gün tuttuğum notlardan ve broşürden alıntılar yapmak istiyorum:

* "Aktif Yaşlanma, ileri dönemlerdeki vücut ve ruh için yapılan bir yatırım gibi düşünülmelidir. Yaşlanma doğumla başladığına göre, hedefe ulaşmak ve başarılı yaşlanmak için gençlik hatta çocukluk döneminde başlatılmalıdır." 

*Yaş ilerledikçe hastalığın sıklığı artıyor. Risk faktörleri: ailede Alzheimer öyküsü, genetik yatkınlık, kafa travmaları, uzun süreli depresyon, kronik alkol kullanımı, hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, uzun süreli strese maruz kalma. 

* Bir ölçüde korunma amaçlı yapılabilecekler: Akdeniz diyetiyle beslenme. sebze, meyve tüketimini arttırma, kafa yaralanmalarından, düşmelerden korunma, alkol ve sigara tüketimine dikkat edilmesi.

* Son yıllarda yapılan araştırmalar hastalığın fark edilmeden 20-30 yıl geride başladığını ve eğer araştırılırsa tanının 40 ve 50'li yaşlarda da konulabileceğini göstermektedir. 

 *Alzheimer hastalığı bilişsel fonksiyonların kaybına neden olan ve zamanla ilerleyen bir beyin rahatsızlığıdır. 

 *Alzheimer hasta yakınları hastalarıyla iletişim kurarken: sakin ve nazik bir şekilde konuşmaya dikkat etmelidirler. Hastanın ruh hali çok sık değişebilir. Alınganlıklar, depresif davranışlar, ağlama nöbetleri görülebilir. 

* Özellikle saldırganlık ve öfke nöbetleri sırasında hasta yakınlarının da öfkelenmesi hastanın saldırgan davranışlarını tetikler. 

* Alzheimer Hastalığını düşündüren uyarıcı bulgular: Hafıza kaybı, alıştığı işleri yapma güçlüğü, lisan problemleri, zaman ve yere oryantasyon bozukluğu, karar verme yetisinde bozulma, soyut düşünme bozukluğu, eşyaları yanlış yere koyma, kaybetme, kişilik değişiklikleri, duygu ya da davranış değişiklikleri, bir işe başlama yeteneklerinde kayıp.

 *Alzheimer Hastalığına karşı önlem olarak: Bilgiye ulaşmak, kitap okumak, planlı yaşamak, Hareketli olmak, yürüyüş yapmak, müzik dinleyip dans etmek, sosyal olmak, yeni kişiler tanımak, yeni bir iş öğrenmek, sakin olmak, sade yaşayıp neşeli, güler yüzlü olabilmek

*Beyin zoru seviyor, konfor beyni yoruyor. Beyin ve beden uykuda dinleniyor. 

 *Programın son aşamasında Alzheimer ve Müzik konusuna uygulamalı olarak yer verildi. Çiğdem Sabuncuoğlu Hocamız belirli makamların  insan ruhundaki yapıcı ve onarıcı etkisinden söz etti. Gözlerimizi kapatıp müzik dinledik, duygular dile geldi. 

Uzun, detaylı, çok yönlü bir programda ekip çalışmalarının gücüne bir kez daha ta yürekten inandım.  

Mersin'de de değerli Aynur Özge Hocamızın önderliğinde sürdürülen harika çalışmaları hatırladım, hastalar ve hasta yakınları için programlanan Eğitim Kampları, seminerler, konferanslar, spor ve müzik, el işi çalışmaları, edebiyat saatleri, yoga, makrame, fotoğrafçılık kursları, İmece Mutfak etkinlikleri... Soru sorduğunuzda anında cevap aldığınız uzman bir ekip. Uzaklardan özlemle andım, gönül dolusu selam ve sevgilerimi ilettim. 

Ülkemizin her köşesinde insanı, doğayı, sanatsal etkinlikleri, sporu benimseyen, koruyucu, onarıcı insan sağlığına inanan kişilerin varlığı ve gücü elbette bireylerden topluma yansıyacak, yollarını aydınlatacaktır. İYİ Kİ VARSINIZ... 

Ünlü Düşünür Montaigne ne güzel demiş: "İnsan durmadan bir şeyler yapmalı, yaşama çabalarını elinden geldiği kadar sürdürmeli. Dilerim ki ölüm beni lâhanalarımı dikerken bulsun; Ama ne ölüm umurumda olsun, ne de yarım kalmış bahçem." 

Makbule ABALI 

28 Mart 2024 Urla









25 Mar 2024

AŞIK VEYSEL!İN ARDINDAN



Zamanla pek çok şey unutuluyor, bellekten kayıtlar siliniyor. Ama bazı türkülerin, şarkıların, şiirlerin geride kalan izleri öyle güçlü ki kolay kolay kaybolmuyor. Belki küçük değişimlerle de olsa aynı duyguları yeniden yaşatıyor insana. Yunus Emre'nin, Aşık Veysel'in, Karacaoğlan'ın, Pir Sultan Abdal'ın , Aşık Mahzuni'nin ve daha nice değerli ozanımızın da izlerini yıllar yok edemiyor.

"Uzun ince bir yoldayım, Dostlar beni hatırlasın, kara toprak, Güzelliğin on para etmez" sözleri, müziğiyle nasıl unutulur? Aşık Veysel 25 Şubat 1894 yılında Sivas- Şarkışla İlçesine bağlı Sivrialan Köyünde dünyaya geldi. Türkçeyi en yalın  ve güçlü bir şekilde kullanan bir halk ozanımızdır. 7 yaşında o yıllarda yaygın olan çiçek hastalığı nedeniyle gözlerini kaybetmiştir. Yaşama sevgisiyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. 21 Mart 1973 yılında hayata gözlerini yummuştur. 

Aşık Veysel'den Deyişler:

* Beni hor görme kardeşim. Sen altındın ben tunç muyum? Aynı vardan var olmuşuz, sen gümüşsün ben sac mıyım?

*Anlatamam derdimi dertsiz insana. Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez. 

*Derdin varsa git denize anlat. Kedilere, bulutlara anlat. Pencere pervazında çiçeklere anlat. İnsana dert anlatılır mı hiç?

 *Şu geniş dünyaya sığmayan gönül, şimdi bir odaya kapandı kaldı. 

*Taş olsam yandım idi. Toprak oldum da dayandım. 

*Ne var ise sende bende , aynı varlık her bedende. Yarın mezara girende sen toksun da ben aç mıyım?

 *Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa.

* Bu alemi gören sensin. Yok gözünde perde senin. Haksıza yol veren sensin. Yok mu suçun burada senin. 

ŞİİRLERİNDEN DİZELERLE AŞIK VEYSEL:

GÜZELLİĞİN

Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulamam
Gönlümdeki köşk olmasa 

Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başka olmasa.

ANLATAMAM DERDİMİ DERTSİZ İNSANA

Anlatamam derdimi dertsiz insana 
Dert çekmeyen dert kıymetini bilemez
Derdim bana derman imiş bilemedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz.

Gülü yetiştirir dikenli çalı
Arı her çiçekten yapıyor balı
Kişi sabır ile bulur kemali
Sabretmeyen maksudunu bulamaz. 

KARA TOPRAK

Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır 
Beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır.

Nice güzellere bağlandım kaldım 
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum 
Her türlü istediğim topraktan aldım
Benim sadık yarim kara topraktır. 

Aşık VEYSEL 

YÜREĞİNİN SESİNİ ; DİLİNE, SAZININ TELLERİNE AKTARAN TÜM HALK OZANLARIMIZI SAYGIYLA ANIYORUZ.

Makbule ABALI
25 Mart  2024 Urla









21 Mar 2024

KADINLAR... 21 Mart Dünya Şiir Günü

 




Her ülkeden, her yöreden kadınlar

Bir çiçek tarlası gibi;

Kah su kenarında bir nilüfer

Kah dağ yamaçlarında bir nergis 

Ya da bahçelerde bir mor menekşe

Tarlada papatyadır

Niyet çekilen

Belki salon çiçeğidir,

Tarlada, güneşte solan.

Kimi bol su ister,

Kimi susuz da yetişir.

Kaktüs gibidir bazısı 

Dikenlerini geçirmeye hazır

Bazen şaşırtır bir ağacın tepesinde 

Manolyadır, beyaz, naif, narin

Bazen bir gonca gül,

Çiy taneleriyle süslü

Bir sarı çiçek Anadolu'da

Kayaların arasından baş vermiş

Ya da ayak altında ezilmiş bir ot  gibi

Bazen hatmi çiçekleri şifa niyetine

Belki bir zakkum , tehlikeli bir zehir

Her biri farklı, her biri başka

Tıpkı kadınlar gibi, türlü çeşitli

Mutlu mutsuz, hüzünlü, coşkulu...

Makbule ABALI

 (2021 yılında yazdığım bir şiir )




20 Mar 2024

ALİ SİRMEN - SEVGİLİYE MEKTUPLAR

 


Cumhuriyetimizin 100. yıl kutlamalarının ardından Cumhuriyet aydınlarının yasını tutuyoruz. Cumhuriyet Devrimlerinin yılmaz savunucusu duayen Gazeteci Ali Sirmen'i yitirdik. Son yazısını  6 Mart 2024 tarihinde yazmış; "Laiklik nedir? " Bu yazısının bir cümlesinde " Laiklik mevcut değilse bir yerde demokrasi de yok demektir." deyişi yer alıyor. Demokrasi aşığı, yurtsever , kişiliğinden ödün vermemiş dürüst bir insanı , değerli bir yazarı yitirdik. 

Ali Sirmen 1939 İstanbul doğumlu, Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 50 yıllık gazeteci. 2015 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü'ne değer görülmüştür. Pek çok genç gazeteciye örnek ve önder olmuş,  yorumlarıyla köşe yazarlığı yapmış, iki kitabı yayınlanmış, çeşitli televizyon programlarına katılmıştır. 

18 Mart 2024 tarihli Cumhuriyet  Gazetesi'nde Işık Kansu'dan ne güzel bir değerlendirme var: "Pırıl pırıl bir bilinç, beyefendilikle örülmüş saygınlık, eleştirel ince bir zekâ, yurtseverliği evrensel insancıllıkla bütünleştiren Aydınlanma algısı.  Sevgisiyle güneşlendiğim, ustalığıyla biçimlendiğim, ağabeyliği ile kardeşlendiğim, aklıyla yönlendiğim büyüğümü yitirdim. Babamın ölüm yıldönümünde varoluşun  uzamında bir yıldızım daha ışıklı izler bırakıp gitti." 

Ali Sirmen çok sevdiği eşi avukat Mine Sirmen'i beş yıl önce yitirmişti. Mine'nin ölümünden sonraki  yazısı çok anlamlıdır; "Mine ile 58 yıllık birlikte yaşamdan sonra birden fark ettim ki ben artık  Mine'siz  tek başına yaşamayı unutmuşum. Şimdi 80 yaşında bunu yeni baştan öğrenmeye çalışıyorum." Ali Sirmen'in ölümünün ardından Ataol Behramoğlu da şöyle yazar: " Kardeşim, arkadaşım, düşündaşım cezaevi ve hücre yoldaşım  Ali Sirmen, Mine'sine kavuştu diyelim." Mine'nin kız kardeşi kuzenim sevgili Zeynep de telefonda  "Ali Abi Mine'nin bana emanetiydi." diyerek hıçkırıyordu. 

İhsan Dayımın kızı kuzenim sevgili Mine, tanıdığım en zarif, zeki, bilgili kadınlardan biriydi. Mersin'deki evimize eşiyle birlikte halasını, bizleri ziyaret amaçlı gelmişlerdi. Bu kitap o günün armağanıdır. Ali Abi'nin tüm yazılarını bilgilenerek, etkilenerek okurdum. Ama  özellikle Pazar yazıları bir başkaydı. Bu yazıları hep sevgili eşi Mine'ye yazdığını düşünürdük. "Sevgiliye Mektuplar" kitap haline dönüştüğünde  Ali Sirmen önsözde şöyle açıklar: "Bir yazar için diyalog kurabildiği okur en büyük sevgilidir ve kalemi elinden düşmediği sürece, sönmeyecek bir aşk vardır aralarında. Çeşitli konuları içeren bu kitap biraz da bu aşkın öyküsüdür." 

Cumhuriyet Kitapları arasında yer alan bu kitabı ilk okuyuşumun üzerinden 16 yıl geçmiş. Altını çizerek okuduğum satırlar güncelliğini yitirmemiş, kitap daha da değer kazanmış. 261 sayfalık bu kitaptan tanıtım amaçlı birkaç alıntı :

* Ölüm Mahkûmları adlı yazısından:

"İnsan da her canlı gibi, şaşmaz bir ölüm mahkûmu, doğduğu andan itibaren her gün adım adım oraya doğru ilerliyor. Her an, her saniye şaşmaz bir şekilde amaca doğru ilerliyoruz. Yıllar geçtikçe bir bir giderken dostlarımız ve dostluklar anıya dönüşürken artıyor yalnızlığımız. Bulunduğun yerden elini uzat Sevgili, onu görmesem bile, böyle acı anlarında, inan bana hissedeceğim."

* Çocukluk Yazları adlı yazısından:

"Nasıl da geçti o yazlar...? Çocukluk yazları Sevgili, çok  uzaklarda kaldı şimdi... Ama ne gam! Hâlâ yazlar ve çocuklar olduğuna göre, hâlâ yaşanıyor çocukluk yazları. Galiba gerçekten de geçen zaman değil,  o duruyor, geçen biziz... "

*Mutluluğa ya da mutsuzluğa dair... adlı yazısından:

"Peki  mutluluğun tam bir tanımı olabilir mi?  Pek sanmıyorum. Mutluluğun öğeleri, insandan insana, toplumdan topluma, dönemden döneme değişebildiğine göre, neye dayanarak, herkese ve her duruma uyan tam bir tanım yapacaksın ki? 

*Seçim Aynı zamanda Vazgeçmektir De... adlı yazısından:

 "Sevgili, Seçim demokrasilerin temeli, onsuz olmazı, zorunlu koşulu, ama tek başına yeterli de değil. Doğum ile ölüm parantezi içindeki yaşam seçimler sürecidir, diyebiliriz. Yine de kişinin seçiminde tümüyle özgür olabilip olamayacağı konusunda ciddi kuşkularım olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Özgür seçim için her şeyden önce, olasılıkları iyi değerlendirebilmek gerek. En bilginimiz için bile bilginin sınırları acaba nereye kadar varıyor?" 

Bir Cumhuriyet aydınını, güçlü bir yazarı, üstün niteliklerle donanımlı çağdaş bir Atatürkçüyü  dün son yolculuğuna  uğurladık. Saygıyla, rahmetle anıyoruz. Tüm sevenlerinin başı sağ olsun.

Makbule ABALI 

2O Mart 2024 Urla








17 Mar 2024

AĞAÇ EV SOHBETLERİ- 238- RAMAZAN AYININ GÜZELLİKLERİ



Bloglarda her hafta bir konu ile belirlenen Ağaç Ev Sohbetleri 238. haftada. Bu haftanın konusu "Sade ve Derin - Deeptone " Arkadaşımız tarafından belirlenmiş: 

 "RAMAZAN AYININ GÜZELLİKLERİ"

Her dinin kendine göre belirli kuralları, yargıları var. Dini konularda İlahiyat Fakültelerimizde görevli akademisyenler, din eğitimi veren okullarımızdaki görevlilerden uygun bilgiler alınabilir elbette. Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk 'ün ekranlardaki sohbetleri ne güzel olurdu. 

Kişisel olarak inançlara saygı gösterilmesinden yanayım. Din bir baskı, korkutma ve sindirme aracı olarak ele alınmamalıdır. Dini konular ahlaki konuların düzenleyicisi ve koruyucusu olarak da ele alınabiliyor. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersleri de bu amaçla işlendiğinde tutucu değil, inandırıcı, eğitici bilgiler de daha kalıcı ve yararlı olacaktır. 

Ramazan Ayının güzellikleri dendiğinde; geçmişten bugüne toplumun değişen değerleriyle çocukluktan yetişkinliğe kadar bıraktığı izler, farklılaşan yaşamlar geliyor aklıma. Düşünüyorum: Ramazan Ayı sadece bedensel anlamda değil, ruhsal anlamda da bir detoks, arınma, kötü huylardan uzaklaşma, iyiye yönelmeyi içerir. Tok açın halinden anlar, ihtiyacı olanlara böbürlenmeden, aşağılamadan yardım elini uzatır. Muhtaç durumdaki kişilerin ihtiyaçları imkanlar elverdiğince giderilir. 

Eskiler "İbadet ve kabahat gizlidir." derlerdi. Kabahat   elbette suçlu olmak değildi. Eve gelen misafire niyetli misin ya da oruçlu musun diye sorulur, gerekirse ikram da yapılırdı. Büyükleri taklitte çok usta olan çocuklar da oruç tutmaya özendiklerinde kısa süreli çocuk orucu vardı. Ramazanlarda "Komşuda pişen size de düşer." denir, yemek tabakları evden eve taşınırdı. Hangi çocuk komşudan gelen farklı bir yemeğin cazibesine dayanabilir? Ramazan bolluk ve bereket ayı sayılırdı. 

Hatırlıyorum, davulcular yanık sesleriyle maniler de söyleyerek davulun sesini yakından da dinlenir kılarlardı. Acaba eski müezzinlerin sesi mi daha farklıydı, mikrofonlarla yarışabilirlerdi. Sabah ezanı bir ses bombardımanı değil, bir tatlı huzura dönüşürdü. Görevini zorunluluk değil de sorumluluk anlayışıyla yapmanın farkı bu inceliklerde gizliydi belki de .Alışkanlıklarından kolay vazgeçemiyor insanlar. Uzun yıllar oruç tuttum. Kendi isteğimle, içtenlikle. Rahatsızlıklar nedeniyle artık tutmuyorum. Bu konuda kimsenin kimseyi kınamaması gerektiğine inanıyorum. 

Günümüz Ramazanlarında en çok yadırgadığım şeyler: İç huzuru, vicdan, merhamet, sevgi, saygı, dürüstlük , doğruluk gibi kavramların değer kaybetmesi adeta tersyüz edilmesi. Çıkar ilişkileriyle kurulan sahte beraberliklerin tavan yapması, gerçekten ihtiyacı olanların unutulup farklı kişilere yardım yapılması, görkemli iftar sofralarında gövde gösterileri, yalan vaatlerin  havada uçması,  yardımların dahi reklam edilmesi... 

Gözler görmez, kulaklar duymaz olursa, dil tatlı bir sözle gönül almazsa tüm zamanlar insani değerlerden yoksun kalmaz mı? Her ayın, her yılın güzelliği de , iyiliği de insanı İNSAN yapan küçük ayrıntılarda gizli. Manevi değerler, maddi değerler gibi kolay ölçülemiyor, hassas terazilerin kayıtları farklı herhalde...

Makbule ABALI
17 Mart 2024 Urla







16 Mar 2024

ÇUHA ÇİÇEKLERİ VE ÇOCUK GÜLÜŞÜYLE AYDINLANAN GÜNLER

 


Serin ama güneşli bahar günleri yaşıyoruz bugünlerde. Biraz kırsal kesim, biraz yayla havası karışımı. Henüz havalar da karar veremediler. Mevsim geçişleri yaşanıyor. Tarlalarda papatyalar boy verdi. Hatta bazıları Arnavut Kaldırım taşlarını arasından başlarını çıkarmışlar. Yanı başlarında sarı çiçekler de onlara eşlik ediyor. Ağaçlar farklı kuş türleriyle doldu. Ötüşleri farklı. Beyaz kelebekler çoğaldı birkaç gündür. 

Mersin'deki evimizin balkonunda her bahar renkli çiçekler olurdu: Arpa zambakları , menekşeler mis gibi kokar, çuha çiçekleri renkleriyle gönüllere ışık ve enerji taşırdı. Sokaklarda mimozalar da sarı çiçekleriyle yerlerine daha derin kökler salmışlardır. Çiçeklerle gelen mutluluk bir başkadır. Çocuklar gibi saf, katıksız, iddiasız. Özellikle papatyaları ve çuha çiçeklerini çocuklara benzetirim; Gösterişsiz, abartısız, sade, minik çiçekler... 

Dün öğleden sonra çiçeklerimiz gelmeden müjdesi geldi sanki. Bahçe kapımızın önünden uzun boylu,  genç güzel bir kadın; yanında küçük, sevimli bir kız çocuğu ve iki köpeğiyle geçerken çocuk ansızın durdu, önce annesine, sonra eve baktı, gülümsedi. İnsanın içini ısıtan, sımsıcak bir gülümseme. Annesi yanındaki iki köpekten birini kucağına aldı, yola öylece devam ettiler. 

Zaman zaman küçük bahçemize eli dokunan Serkan Usta'dan çuha çiçeği bulursa almasını rica etmiştim. Başka çiçekler vardı, onlar yoktu. Bulunca haber verdi, sevindim.  Küçük kızın uğuru mu derken, birden tekrar onları gördüm.  Anne- baba ve çocuk yürüyüşe çıkmışlardı.  Henüz adlarını bile bilmediğim o güzel insanlarla ilk konuşmamız böylece oldu.  Küçük güzel kız -NİL- gene bahçe kapısının önünde durdu, babasından kapının önünde kendiliğinden biten papatyalardan koparmasını istedi. Babası: "Ama onlar kopmaz" dedi. Çocuğun yüzü dalgalandı birden..

Nil ve anne babasıyla ayaküstü böylece tanıştık. Henüz 3 yaşında değildi sanırım. Bizlere ve çiçeklerimize güzel gülücüklerini, öpücüklerini bıraktı. Elinde sımsıkı tuttuğu bir papatya onu nasıl da mutlu etti. Çocuklarda  küçük yaştan başlayan  başlayan doğa ve insan sevgisi değil midir bizleri böylesine umutlandıran? 

Bu sabah çuha çiçeklerimize ilk can sularını verdim. Gün ışığı aydınlattı onları. Sevgili Nil ve güzel ailesinden enerji de yüklenmişlerdi sanki...

Makbule ABALI

16 Mart 2024 Urla




12 Mar 2024

RADYOAKTİVİTELİ YAĞMURLAR ÜSTÜNE - Nazım HİKMET

 


Kapayın pencereleri sımsıkı,

çocukları sokaklara bırakmayın,

yağmurlar ölüm taşıyor tohumlara,

paslı yağmurlar yağıyor.


Yağmurları temizlemeli,

yine gümüş gibi parlatmalı yağmurları,

yağmurlar yine yalnız güneşi taşımalı tohumlara,

çocuklar yine koşabilsin yağmurların içinde,

pencereleri yağmurlara açabilelim yine.

...

Ak bir karanfil gibi çatlayıp da çekirdek

atom bahçelerine yürüyünce aydınlık,

yalnız meraklıları değil, bütün insanlık

şiirin aynasında kendini seyredecek. 


Nazım HİKMET 





9 Mar 2024

BİR CUMHURİYET KADINI



Cumhuriyetimizin 100. yılında güneşli bir Mart Günü. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Dünyanın her yerinde bir ana, bir eş, bir kardeş, bir evlat, bir akraba, bir dost, arkadaş, komşu kimliğinde kadınlar.  Farklı dillerde, farklı ırklarda, farklı renklerde dünya kadınları. 

Ülkemizde Cumhuriyetle birlikte dünya kadınlarından önce nice haklara sahip olmuş kadınlarımız. Vefalı, duyarlı, hassas, hamarat, üretken kadınlarımız... Bazen can yoldaşı, bazen yol arkadaşı, sırdaş, arkadaş, eş, örnek insanlar.

Her zaman, her vesileyle anarız sevdiklerimizi; Bugün eski siyah-beyaz fotoğraflara bakarken düşler ülkesinde gezindim, huzur buldum, duygulandım, mutlu oldum, hüzünlendim. Bu yılın Kadınlar Günü'nde içimizden birini anmak, kısaca tanıtmak istedim. Bazen yıllar önce yaşamış, yaşadığı sürece çok kişiye dokunmuş, iz bırakmış farklı kadınlar vardır. Adını bilmeseniz de, hayat hikâyesini okumasanız da onlar bir yerlerde çok uzaklarda yaşamış olsalar da tanıdıkça benimser, seversiniz. Belki çok kişi tarafından tanınmadan bu dünyadan göçüp gitmişlerdir  ama sessiz sedasız  anılarda yaşarlar  unutulmaz katkılarıyla... 

Benim hiç anneannem, ya da ninem, ebem olmadı. Ancak geride kalanların büyük ailesinde kuşaktan kuşağa bir özveri, vefa ve sadakat örneğiydi kadınlar. Kadın olmak, ana olmakla eşdeğerdi büyüklerin gözünde. Eşe sadakat temel değerlerden idi. "Bir yastıkta kocamak" deyimi öylece üretilmiş olmalıydı. "Yuvayı dişi kuş yapar", Ana evin temel direğidir.",  "Kol kırılır yen içinde." Hep bu sözlerle, deyişlerle büyütülmüş o kuşaklar. 

Annem, annesini çok küçük yaşta kaybetmiş, hiç tanımamış. Onu büyük ablası büyütmüş-bir anne gibi. Annesini  hiç tanımadan büyüdüğünden belki, çocuklarına çok düşkündü. Annesiz bir çocuk nasıl büyür, nasıl genç kız olur ve gün gelir nasıl  annelik yapar kendi çocuğuna, hep hayal etmiş annem. Belki o yüzden buram buram hüzün kokardı yazıları, şiirleri, mektupları. Neşesi bile bir süre sonra hüzünle buluşur ama hiçbir zaman acısını, sıkıntısını dile getirmezdi. 

Zaman zaman sessizce ağladığını bilirdim, hissederdim belki de. Gurbeti, acıyı iyi bilen o kuşağın duyguları , davranışları sanki uzun, soluk bir perdenin ardına gizlenmiş gibiydi. Kimse perdeyi aralamaz, fakat meraklı gözler hep bir elin o perdeyi çekmesini beklerdi. Meraklıdır insanlar; özel yaşamları hep merak ederler. Nedendir bu merak duygusu...? 

Annem bir Cumhuriyet kadınıydı. Öyle yaşadı, çocuklarının ve öğrencilerinin öyle yetişmesine özen gösterdi ve  Cumhuriyetin değerlerine hep sahip çıktı. Antalya'da ilkokulu bitirdikten sonra Ankara İsmet Paşa Kız Enstitüsü ve daha sonra Ankara Kız Ertik Öğretmen Okulu 'ndan (Kız Teknik Öğretmen Okulu) Dikiş Öğretmeni olarak mezun olur. O yıllarda başarılı öğretmenler yurt dışına eğitime gönderilmektedir. Ankara Olgunlaşma mezunu olarak o haktan yararlanabilecekken ülkemizde öğretmen olmayı tercih eder. Uzun yıllar kaymakam olarak görev yapmış çok sevdiği babası Celâl Bey'i  kaybetmiştir.  Anı defterleri, şiirleri  bu acının izlerini taşır. 

Evlilik hikâyesi ilginçtir. Babam Ankara Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra Kâhta'ya savcı olarak atanır. Daha sonra Adana'da göreve başlar. Yakınlarına Cumhuriyet değerlerini ve ilkelerini savunan bir öğretmenle evlenmek istediğini söylediğinde, Adana İsmet Paşa Kız Enstitüsünde dikiş öğretmeni olarak görev yapan annemi önerirler. O yılların Kız Enstitüleri, kız meslek liseleri çok seçkin bir kadroyla çok donanımlı öğrenciler yetiştirirlerdi. Dünya küçük; Rumeli kökenli bir aileden, Kıbrıs kökenli bir aileye uzanan yaşam bağı... 

Evliliklerinin üçüncü gününde babam  ihtiyaç üzerine muvazzaf subay olarak yeniden askerlik görevi için Konya'ya gitmiş. Zaman zaman ikisi de görevlerini aksatmadan Adana- Konya arasında tren yolculukları yapmışlar. Adana'da iki ayrı semtte geçti yıllar. Önce Yağcami  civarında bir evde,  sonra Gazipaşa Bulvarı'na ve yeni Vali Konağı'na yakın tek katlı, bahçeli evimizde. Çevremizde kooperatif kurularak yapılmış tek  katlı Öğretmen evleri vardı. Ve bomboş tarlalar. Sonraki yıllarda oralar Adana'nın çok değerli bir semti olacaktır. Çok katlı apartmanlar arasında müteahhide kat karşılığı verilen son  ev, bizim ev oldu. Zamanında ne mutlu anılara eşlik etti o ev. Bahçesinde biz çocukları düşünerek kurulmuş iki büyük salıncak, zeytin, muz,  erik ve türlü çeşitli çiçekler., her çeşit narenciye ağacı, kayısı. Ve bir köşede tavuk kümesi, her gün yumurtalarını alırdık. Doğa sevgimizin temeli o yıllardan kalmadır.

Cumhuriyet kadınları,  öğretmenleri, Cumhuriyetin Kılık -Kıyafet Devrimine de hemen uyum sağlamışlardır.  Sonraki yıllarda babam ilk tanışmalarını anlatırken: " O gün annenizin üzerinde çok şık bir döpiyes, başında da güzel bir şapka vardı, yüzünü tam göremedim "diye gülerek anlatırdı. Karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan, fedakârlıklarla güçlenen çok mutlu bir evlilikleri oldu. Milli ve dini bayramlar evimizde tam anlamıyla yaşanırdı. Orta direk bir aileydik ama  soframızda her zaman konuklarımız olurdu. Gösteriş, kibir, başkalarını aşağılamak, alay etmek, saygısızlık , ayıptı.  

Bu kuşaklar yokluğu, savaşı  bilen,  ekmek karnesini, karartmaları gören, kayıpların, ölümlerin acısını ta derinden yaşayan insanlardı. Azla yetinmesini bilir, israfa karşı çıkar, her şeyi yeniden değerlendirir, tüketimden üretime yönelirlerdi. Büyük kardeşin giysisi küçük kardeşe ayarlanır, okul kitapları her yıl değişmediğinden kardeşten kardeşe kalırdı. Çocukları tasarrufa alıştırmak için iş derslerinde kumbaralar yapılır,  basit tarım etkinliklerine yer verilirdi.  Annem o yıllarda Kız Enstitüsü dikiş derslerinde en basit ve ucuz malzeme olan çuvaldan (Telis ) elbise diktirdiğini anlatırdı. 

Annemin öğrencileri, arkadaşları, dostları, komşuları arasındaki adı "Hocanım" idi. Her yaştan insanla iletişim kurup sohbet ederdi. Adana İsmet  İnönü Kız Enstitüsü'nde genç yaşta Biçki- Dikiş Atölyesi Şefi olmuştu. Çalışkanlığı, titiz ve düzenli çalışmaları ile çok sevilen bir öğretmen olarak anılır. Ancak çocuklar büyüdükçe işi zorlaşır. Eşinin de uygun görmesi ile evinde çalışmaya başlar. İlkokul sonrası dikiş öğrenmek için gelen öğrencilerden ücret almaksızın dışardan siparişler alarak terzilik yapar. Belli yazılı kuralları vardır :Kadınlara yakışan giysileri özenle diker. Moda göz ardı edilmez ama her yaşa uygun modeller önerir.  Gelinlikler, abiye kıyafetler, manto ve döpiyesler, elbiseler Sipariş Atölyesinde provayla dikilir. İç dikişler, sürfile ve baskılar hep elde yapılır. 

Evde sürekli ses veren iki ana ses kalmış belleğimde: Annemin dikiş makinesi sesi, babamın eve getirip çalıştığı dava dosyalarını düzenlerken kullandığı daktilo sesi. İkisinin de işlerinde gösterdikleri titizlik, sorumluluk bilinci, görev anlayışı bizleri de etkilemiştir. Annem özel çalışırken bile Devlete gelir vergisi ödemeyi hiç ihmal etmedi. Defterlerini babam tutardı. Özellikle bayram günleri yoğun çalışmaların ardından nasıl olurdu da çocukların bayram giysileri yatak  odasında asılı olarak mutluluk haykırışlarını  beklerdi ?

O yorgunlukla ev düzeni nasıl sağlanır, ev mis gibi kokan taze çiçeklerle donanır, kahvaltı sofrası hazırlanır, misafirler ağırlanırdı ? Bunun cevabı, yuvasının kadını ya da iyi anne olmanın sırrında  gizli  sanırım. Onlar yoktan var etmesini bilen kadınlardı. Kuru ekmeklerden yapılan soğanlı, domatesli, naneli çorbayı çok severdik. Babam "Annenizin pilavı , yemekleri  bir başkadır der, mutfakta yardımcı da olurdu.  Şiirleri, şarkıları, türküleri her ikisi de çok severdi. Güzel sanatlara meraklıydılar. Babamın büyük boy yağlı boya tabloları usta bir elden çıkmış gibiydi. 

Bu güzel uyum, gün geldi  hastalık ya da kazalar, rahatsızlıklarla sekteye uğradı. Babamın Trigeminus nevraljisi hastalığına uzun süre teşhis konamadı, tedavi aksadı, ardından bir trafik kazası  onu yatağa bağlı kıldı. İşlerliğini hiç kaybetmeyen bir bellek, ancak yaşama uyumu güçleştiren yetersizlikler hepimizi çok üzdü. O zor yıllarda eşine çok bağlı, seven bir kadının hem çalışıp evini çekip çevirmesi,  çocuklarını yetiştirmesi, her şeye rağmen ortak hayallerini  sürdürmesi çok takdir gördü, kuşaktan kuşağa aktarıldı. Öyle alçakgönüllü idi ki "Ben sadece yapmam gerekenleri yaptım."  derdi. 

Tanımadığımız, adlarını bile bilmediğimiz nice Cumhuriyet Kadını; Yurdunu, vatanını seven, insani özelliklere değer veren, gerektiğinde zorluklardan yılmayan, pes etmeyen, yüreği sevgi dolu, vefakâr, fedakâr kadınlarımız... Kitaplara konu olacak öykülerini bilmediğimiz Anadolu Kadınları. Doğuda, Batıda, Güneyde, Kuzeyde ülkemizin her yöresinde, kimi zaman kendilerine ayrılmış günlerin farkında bile olmadan çevresine katkıda bulunan, maddi- manevi yardım elini uzatan tüm kadınlarımız: İYİ Kİ VARSINIZ. Varlığınızın farkında olan, değerinizi bilen, anlayan tüm Erkeklere de vefa borcuyla... 

Makbule ABALI 

9 MART 2024. Urla


















29 Şub 2024

EN KISA AYDAN , EN UZUN BAHARLARA...

 


İlkbahar- Yaz- Sonbahar- Kış yazardı mevsim şeritlerinde;

Ezbere sayardı tüm çocuklar 

Ardından ayları da öğrendiler birer ikişer 

Onlar büyürken hayat da yol aldı molasız... 

Hayallerle, umutlarla, emekle aktı geçti yıllar...

Ah çocukluk 

Bir beşikte başlamıştı hayat;

Kaydıraklarla sürdü uçarcasına 

Tahteravalli  inişli- çıkışlı

Atlıkarıncadan salıncağa 

 Uçurtmalardan dönme dolaplara 

Ha düştü ha düşecek, indi-bindi.

Sihirli aynalardan piyango çekilişlerine

Bir lunaparkta gibiydi insan; 

Koşturup  durdu günlerin, ayların, mevsimlerin ardından.

En kısa gün, en uzun gece hep yaşandı,

İyi gün de kötü gün de,  var olmanın gereği.

Zıtlıklar- benzerlikler,  her biri bir başka;

Soğuklar dondurdu, sıcaklar yaktı,

Mevsimler iklimler birbirine karıştı

Akla kara ayırt edilemedi kimi zaman.

İnsan insana ne kadar yakın, ne kadar uzak 

Tam  anlaşılamadı en hassas ölçülerle bile...  


Makbule ABALI 

29 Şubat 2024 Urla 







28 Şub 2024

PARKTA BİR YALNIZ ADAM... ÖYKÜ-(BCP - Şubat Ayı)




Hava kararmaya başlamıştı. Bu küçük parkta gün boyu süren sesler kesilmiş, havaya akşam hüznü çökmüştü. Banklar insansız, salıncaklar çocuksuz kalmıştı. Son kuşlar görkemli bir ağacın dalları arasında yer değiştiriyor, yaprakların arasında kendilerine sağlam yerler arıyorlardı. Şehrin karmaşık trafiğinden uzak, sakin bir köşeydi burası.

50 yaşlarında sade giyimli ince bir kadın parkın içine doğru yürüdü. Sanki yürüyüşe çıkmış da dinlenme amaçlı bir mola vermek ister gibiydi. Kenardaki bir banka oturdu. Bir süre kuşların ağacını gözledi. Son kuş sesleri cıvıltılarla sürüyordu. Birden onu gördü; En kuytu köşedeki bankta oturan 60 yaşlarında bir adam. Bulunduğu yerden profilden görebiliyordu. Antik heykeller gibi bir görüntüsü vardı. Kırlaşmış saçları yüzüne daha olgun bir ifade veriyordu. 

Elleri dikkatini çekti ansızın; İnce, uzun parmaklı, bir sanatkar eli gibi eller. Ellerini kucağında kavuşturmuştu. Dizlerinin üzerinde bir kitap duruyordu. Adını okumaya çalıştı, okuyamadı. Okunduğu yıpranmışlığından belliydi. Ama nasıl, ne zaman okunduğunu kim bilebilir.

Akşam serinliği bastırmaya başlamıştı. Rüzgar kuru yaprakları savuruyordu. Karşısındaki adamın davranışlarında bir gariplik fark etti. Tedirgindi, oturduğu yerde ayakları titriyordu. Evi, kimsesi var mıydı, bu soğukta nereye gidecekti, aç mıydı? Kadın "bana ne" diyen duyarsız tiplerden değildi. Ani bir hamleyle ayağa kalktı. Doğru-yanlış düşünmeden banka doğru birkaç adım attı, bankın bir kenarına ilişti. 

Sakin bir ses tonuyla sordu; "Buralarda mı oturuyorsunuz?" Yanındaki adam hiç cevap vermedi. Yüz mimiklerinde de en ufak bir değişim olmadı. Anlamsız gözlerle baktı sadece. Bal rengi gözleri bilinmezlerle doluydu. Kadın tekrar konuşmaya başladı:
"Benim adım Duygu. Ya siz kimsiniz? " "Bilmem, kimim, nereliyim, kiminleyim... hiçbir şey bilmiyorum. Evimi, sokağımı da bulamıyorum artık. 

Konuşmaktan yorulmuş gibiydi. Durdu, derin bir nefes aldı. Bir öksürüğe tutuldu. Sigara öksürüğü gibiydi. Ama parmaklarında sigara içenlere has leke yoktu. Kadın birden adamın çorapsız ayaklarını fark etti. Bu soğuk günde üstünde mont da yoktu. Sanki evden aceleyle çıkmış gibiydi. Ancak üşümüş gibi de durmuyordu. 
"Ya içindeki fırtına..." diye düşündü kadın. Birden elindeki kitabın adını okudu; Orhan Veli Kanık- Bütün Şiirleri. "Ne güzel bir seçim" dedi sessizce.

Tam o anda bir ses duyuldu: "Baba, nihayet seni bulduk. Aramadığımız yer kalmadı." 30 yaşlarında bir kadın ve bir erkek koşar adım banka doğru ilerlediler.  Genç kadın adamın elini tuttu. 
Ağlıyordu; Heyecandan mı, üzüntüden mi, sevinçten mi bilinmez... Genç kadın bir açıklama yapma ihtiyacını duydu; "Babam Alzheimer hastası. Annemi kaybettik, babam bizde kalıyor. Gündüzleri ben işe gidiyorum. Babam zaman zaman yürüyüşe çıkar, dolaşır, gelir. Sanırım hastalık ilerleyince evi bulamaz oldu."

Banktaki kadın kendi kendine bir iç hesaplaşma, sorgulama yaptı. 
"Hayatın cilvesi. Emeklilik dönemi neden bir huzur dönemi olamıyor? Kuşlar gibi insanlar da yalnız kalmak istemiyorlar. Farkında olmadan gene sürüye katılıyorlar. Başta insan tüm canlılar yalnız kalınca sıkıntıya düşüyorlar. Yalnızlık insana yakışmıyor. İnsan konuşmak istiyor, paylaşmak istiyor. Yanı başında bir sevdiğine dokunmak istiyor. Yalnızlık, suskunluk insanda yeni sorunlar yaratıyor..."

Hava artık iyiden iyiye kararmıştı. Baba-kız ve eşi uzaklaşırlarken geride kalan kadın da ayağa kalktı." Hayatı, insanı tanımak için bu gözlemler ne kadar önemli" diye düşündü. Dönüş yolunda Orhan Veli'den çok sevdiği bir şiir takıldı diline:

YALNIZLIK

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.

Orhan Veli Kanık

 Genç kadın çantasından çıkardığı küçük bir günlüğe kısa bir not düştü: "Hayatın sallantılı köprüsünde hiçbir sözcük, hiçbir anlatım, şiir, şarkı ya da türkü İNSAN' ı anlatabilmek için  tam anlamıyla yeterli olmuyor."
Güneş battıktan sonra akşamın hüznü havaya sinmişti. Gün ışığının yerini yapay ışıklar, lâmbalar alıyordu artık... 

Makbule ABALI 

 NOT:Bu öykümü 2017 yılında yazmıştım. Şimdi son bölüme birkaç cümle ekleyerek paylaşıyorum. Blogları Canlandırma Projesinin bu ayki teması: "Yalnızlık, Kardeşlik, Dostluk, Sevgi " idi. Uygun olacağını düşündüm. M.A 





23 Şub 2024

GÜNÜN EN GÜZEL ARMAĞANI



Evimizde gün erken başlar. Sabah saat 07.00 gibi  gün ışığı pencereden süzülür, yeni bir günün başlangıcını müjdeler. Günler kısaldığında çalar saat gün ışığının görevini üstlenir. Erken başlayan gün erken de biter. Saat 22.30- 23.00 arası getiri ve götürüleriyle eski gün uğurlanır. Sıradan bir yeni günün planları da vardır tabii. Bazen sürpriz değişimler farklı bir gün yaratsa da hayat devam eder. Sürprizler hayata renk katar, duygularda, davranışlarda iniş çıkışlarla yaşamın bir başka yönünü görmemizi sağlar.  O yüzden sürprizleri çok severim. 

"Yazmak yaşamaktır." diyordu ünlü yazar Oktay Akbal. Gerçekten yazarken yaşadığını, var olduğunu hissediyor insan. Yazıya başlamak bir düşünce akışına yol açıyor. Algıda seçicilik başlıyor, Çevrenizi daha dikkatli gözlüyor, zihninizde yeni kayıtlara girişiyorsunuz. Görmek, duymak, koklamak, tat almak, dokunmak,  duyarlı olmak, bir başka anlam ve değer kazanıyor. Böylece farkındalıklarınız da artıyor. Yazma tutkum, yazdıklarımı kalıcı kılma isteğine dönüşünce bir blogda  yazmaya başlamıştım. İyi ki başlamışım, 14 yıldır ne güzel insanlar tanıdım. 

 Olabildiğince her sabah  kahvaltı sonrası bloğu ziyaret eder, gözden geçiririm. Bu sabah ondan önce kapı zili çaldı, kargo diye seslendi bir görevli. Beklenmedik bir sürpriz. Kızımın benim adıma siparişleri vardı ama bu kadar erken beklemiyordum. Paketin üstünü okuyunca sürprizin kaynağı belli oldu: İstanbul'dan blog arkadaşım sevgili Kadriye Z. Erdem, daha önce sözünü ettiği Şiir Gazeteleri nin yanına  "40 Şairin Eli " adlı harika bir kitap eklemiş, inci gibi bir el yazısıyla  günün en güzel armağanını adresime postalamıştı.  Yeni bir güne ta uzaklardan gönül dolusu mutluluk postalanmıştı... 




"Çıngıraklı Sokak" adlı aylık şiir gazetelerinin Ocak ve Şubat sayıları dopdolu. Doğrusu ülkemizde aylık bir şiir gazetesi çıktığını bilmiyordum. Fiyatı sadece 10 TL, başlığın hemen altında  "Şiir yeryüzünün vicdanıdır." yazısı yer alıyor. Ocak sayısında Oktay Akbal'ın çok anlamlı bir sözü var: " Şiir, kurşun rengi dünyayı mavileştirir, açmayan güneşi açtırır, yağmayan yağmuru yağdırır. İçimize dışımıza... " Şubat sayısında Özdemir Asaf'ın bir sözü: "Herkesin bir öyküsü vardır ama şiiri yoktur." 

"40 Şairin Eli "  çok özenli bir baskıyla yayına hazırlanmış, içinde ünlü şairlerin fotoğrafları, el yazılarıyla verilmiş şiirleri ve yaşam öyküleri yer alıyor. Türkiye Yazarlar Sendikası ve Kadıköy Belediyesi iş birliği ile gerçekleşen " Nazım Hikmet'ten Bugüne El Yazması  Şiirler Sergisi' 2017 yılında düzenlenmiş daha sonra 21 Mart Dünya Şiir Günü'nde kitap haline getirilmiş. Yıllar geçtikçe değer kazanan bu esere emeği geçenleri kutluyoruz. 

Kitaptan bir sayfayı açtım; Orhan Murat  Arıburnu-  "Utanmak Lâzım" şiirini ekliyorum:

UTANMAK LAZIM 

Çocuklar,

Ölüyorsa bir savaşta 

Analar ana

Babalar baba değildir 

Çocuklar,

Ölüyorsa açlıktan

İnsanlar, insan 

Uygarlık , uygarlık değildir ! 

Orhan Murat ARIBURNU


ŞAİRİN EL YAZMASI ŞİİRİ 



SEVGİLİ KADRİYE, 

Merhaba. Yeni bir güne öyle güzel bir başlangıç yaptın ki. Belki yaş aldıkça, güzel olaylar, güzel insanlar da çoğaldıkça coşkulu anlarımıza gözyaşlarımız da eşlik ediyor. Duygu yoğunluğu yaşıyor insan. 

İyi ki yazıyoruz. İçimizden gelerek paylaştıkça mutlu oluyoruz. Yüzünü görmediğimiz, sesini duymadığımız blog dostlarımızla iletişim kurabiliyoruz. Blog olmasa nasıl tanışırdık, bu güzel etkinliklerden nasıl haberdar olurdum ?

İnceliğine, duyarlılığına sonsuz teşekkürler. Gönül dolusu sevgiler.

Makbule Abalı

23 Şubat 2024 Urla







"ÇINGIRAKLI SOKAK "  Aylık ŞİİR Gazetesinin Ocak ve Şubat sayıları

21 Şub 2024

BEKLENEN KONUK; CEMRE ((URLA'DAN NOTLAR )

 




Zaman sonsuz bir hızla akıp geçiyor. Geriye dönüp baktığımızda şaşırıyoruz. Yeni yerimizde iki yılı doldurmuşuz. "Nasıl geçti?" diye sorulsa bir an duraksarız herhalde. Bazı günler günlük tutmaya bile fırsat olmadı. Yeni bir çevrede gözlemler önem kazanıyor. Doğayı, insanları, yakın ve uzak çevrenizi tanıma çabasına giriyorsunuz. Sonuçta en gerçekçi karar şu sanırım; İnsan yaşamında büyük değişimler, kararlar gecikmeli olarak alınmamalı. İlerleyen yaşlarda uyum sağlamak da daha zor olabiliyor, daha büyük çaba istiyor. 

Pişmanlık mı? Elbette hayır. Ama insan alışkanlıklarından kolay vazgeçemiyor. Gönül kabullense de göz arıyor. Önce küçük farklılıklarla sonra yeni arayışlar, umut ve beklentilerle hayat devam ediyor. Deniz kenarında bir yaşamdan orman içi bir başka yaşama ayak uydurmak... Mersin'de dayanılmaz sıcak yaz aylarında yayla kültürüne de alışık olunca burada da her şey bildiğimiz gibi. Küçük ayrıntılar hayata renk katıyor elbette. Her çeşit sürpriz küçük heyecanlarla yaşamı daha anlamlı kılıyor. Ah bir de sağlık sorunları üst üste yığılmasa, biraz zaman tanısa...

İnsanlar değişirken mevsimler de değişiyor elbette. Tüm mevsimler kendi içinde farklı güzellikler , farklı tatlar, farklı renkler sunar ama ben hep bahardan yana oldum. Her yerde, her konumda baharda başka güzellikler aradım, değişimi, yeniden doğuş gibi gelişimi gözledim. Baharlarda özlediğim güneşi bulurum, içim ısınır, kupkuru ağaçların yeniden can bulması, yeşil yapraklarla donanması, çiçek açması, kuşların koro halinde seslenişleri, akan dereler, hızlanan hayat... Yeni bir hayatı, canlanmayı, değişime ayak uydurmayı vurgular.


Böyle zamanlarda merakla beklenen bir konuk vardır; Cemre. Kültürümüzde havanın ısınmasını, doğanın canlanışını ve yeniden uyanışını vurgular. Halk arasında yaygın olarak baharın müjdecisi olarak bilinen sıcaklığın artmasıdır. Uzmanlar bu yıl kış sıcaklık ortalamalarının son 53 yıldır en yüksek ortalamalarda kaldığını belirtiyorlar. Kış yaşanmadı diyorlar. Oysa ben nasıl üşüdüm bu yıl. Ev soğuk değildi ama sanırım bağışıklık sistemim isyancıları oynuyor. Açıklamalara göre bu yıl ilk cemre 19-20 Şubat tarihlerinde havaya düştü. Yanılmış olabilirler mi acaba? Halâ kar yağan bölgelerimiz var. İkinci cemre 26-27 Şubat tarihlerinde suya, üçüncü cemre de 5-6 Mart tarihlerinde toprağa düşecek.

Mersin'deki evimizi satıp Urla'ya göç ederken bizim için ev arayan kızıma özellikle küçük de olsa bahçeli bir ev olsun demiştik. Her evimizde evin içi-dışı doğadan köşelerle düzenlenmiş, birer "Huzur Mekânı" haline dönüşmüştür. Eşim de ben de çiçekleri çok severiz. Urla'da yeni evimizle ilk tanıştığımızda bahçedeki yetişmiş badem ağacı bembeyaz çiçekleriyle gözümüzü, gönlümüzü fethetti. Hele binanın arkasında bir portakal ağacını,  erik ağacını, önde zeytin ağaçlarını görmek güneyden gelen bizler için ne büyük mutluluktu.



Sonraki günlerde yavaş yavaş bahçe düzenlendi. Begonvile ek olarak güller, lâvantalar, kaktüsler, yasemin yerlerine yerleşti. Daha sonra salata malzemesi yeşilliklerle eksiklerimizi tamamladık: Roka, dereotu, domates, maydanoz, sarımsak, biber, soğan ekildi. Tüm canlıların temel ihtiyacı sevgi, ilgi, özenli bakım  onlara da çok iyi gelmişti. Düne kadar... Burada tanıdığımız işini bilen, iyi insanlardan biri, Serkan Bahçıvan bir pazar izin gününü bize ayırdı, bahçe düzeni, ağaç budamaları için geldi. Çok sevdiğim, çiçeklerini sabırsızlıkla beklediğim badem ağacını Mayıs gelmeden Mayıs böcekleri sarmış. içten kemirmiş, kurutmuşlar. "Arkadaşım Badem Ağacı" çaresiz, kesilecekti. 




Elektrikli testerenin o iç burkan sesi bahçede dakikalarca yankılandı. "Canlı bir bölgeye rastlayıncaya kadar keseceğim "demişti Serkan Usta. Ve eklemişti: "Olmazsa üzülmeyin, yenisini dikeriz..." O koca ağaçtan geriye bir kütük kaldı!  Düşündüm; bile bile sağlıklı ağaçları pervasızca kesenlerin yürekleri hiç mi sızlamaz acaba? Büyük çıkarlar uğruna kıyıma uğrayan, yıkılan, yaralanan yüzyıllık ağaçlar, yok olan canlılar, heba edilen emekler... Yapmak zor,  yıllar alıyor. Yıkmak, yakmak,  yok etmek ne kadar kolay. 



İnternet'ten aldanarak aldığımız iki limon ağacını başarıyla tutturmuşuz neyse ki. Onlar günün tesellisi oldu. Bir yıl geçti ama henüz çiçek vermediler. Bildiğim en doğal kokulardan narenciye çiçeklerinin kokusunu özledim. Bahar havası onlarla soluk aldırır insana. Ruhsal terapi gibidir. 




Begonvil budandı, lâvantalar azaldı, papatyalardan kış soğuklarında kuruyanlar kesildi. Baharda koyunların da yünleri kırpılır. Bitkiler de kesilince onlar gibi üşürler mi acaba. Evin dışında kuruyan dallardan kesilen koca bir yığın oluştu. Sitedeki çalışkan görevliler onları ikinci gün bir kamyonete yüklediler, uzaklara taşıdılar. Gözden uzak olmak iç acısını dindirmiyor ki. Neyse ki yakında tarlalardaki papatyalar, çuha çiçekleri, cemreden sonra can bulan yeni doğa bitkileri,  yaklaşan bahara merhaba diyecekler...

Makbule ABALI

Urla. 21 Şubat 2024